Sözcükler ve Resimler

Bir yanda, “Sorun kelimelerin kendisinde. Kelimelere güvenmeyin. Kelimeler yalan söyler. Kelimeler tuzaklarla doludur. Bir resim bin kelimeye bedeldir. Bir resim bin tane yalana bedeldir. Kelimelerden önce resimler vardı. Bir sanat eseri ancak hissedilen duyguyla, hem beyne hem kalbe kaydolur. Belki anahtar budur, hissettiğimiz… Biz resimlerle bakacağız, hissedeceğiz, göreceğiz, öğreneceğiz” diyen sanat öğretmeni… Diğer yanda kelimelerin gerçekliğini ve gücünü savunan, “Sanat öğretmeniniz size klişe öğretiyor, başlangıçta bir kelime vardı. Sözler-kelimeler ülkeler kurar. Kelimeler sizin tanrınız” diyerek karşılık veren dil ve edebiyat öğretmeni. Gün gelir, yolları aynı okulda kesişir…

Sanat dersi öğretmeni Dina aynı zamanda tanınmış, yetenekli ama içindeki aşkı yitirmiş bir ressamdır. Jack ise yazma, kelime köklerini araştırma, kelime oyunları oynama tutkusu taşıyan, iletişimde seçilen sözcüklere, kelimelerin manalarına çok dikkat eden ve dile büyük saygısı olan bir yazardır. Çıkardığı ödüllü okul dergisinde artık iyi yazamadığı bir gün kendisine söylendiğinde, “Yazarlık, hastalık gibi öylece yok olup gitmez” deyip, dergi için yeni bir proje tasarlamak ister.

“Resimler mi güçlü, kelimeler mi?”

İki farklı fikir arasında kalan öğrenciler, “Resimler mi önemli/değerli ve etkileyici, yoksa kelimeler mi?” konulu bir tartışma başlatırlar. Bu durum, iki öğretmen ve taraf tutan öğrencileri arasında sembolik bir savaşa dönüşür.

Dina, öğrencilerini yetenekli bulmasına karşın, içlerinde alev olmadığını düşünür. Yaptıkları resimler konusunda onlara sık sık, “Tatmin oldunuz mu? Sizce yeterli mi? Aranızdan kimse dünyayı değiştirmek istemiyor mu? Boşvermişlik için mi çabalıyorsunuz? Klişeden vazgeçin. Özgünlüğü hedefleyin” diye öğütler. Jack ise onları teknoloji bağımlısı, donuk ve robotlaşmış olarak görür. “Sadece yüz kırk karakter kullanarak arkadaşlarınızla mesajlaşıyorsunuz. Ya, üç mısradan ve on yedi heceden oluşan ama gerçekten bir anlamı ifade eden bir şeyler söyleyebilseydiniz?” diye öğrencilerine sitemde bulunur. Başlattıkları anlamlı yarış, öğrenciler ve öğretmenleri için birer ilham ve harekete geçme sebebi olur.

Dina bedensel hastalığa (romatoid artrit), Jack psikiyatrik hastalığa (alkol bağımlılığı) sahiptir. Bu sırada her ikisinde de iyileşme arzusu doğar ve tedavilerine devam ederler. İçlerindeki aşkı, enerji ve potansiyeli de ortaya çıkarırlar.

Günün birinde Jack, dergisi hakkında konuşurlarken, “Bir dergiye, şiirle birlikte resim koyarsan, artık şiire ihtiyacın kalmaz” dediğinde Dina, resimsiz bir derginin sıkıcı-boğucu olacağını savunup itiraz eder. Ve kısa süre içerisinde Jack’e kelimeleri ile yargılayamayacağı bir resim göstermek niyetiyle, uzun bir aradan sonra en iyi resmini yapar.

İlişkilerinde ve çıkardıkları işte, zihinsel ya da duygusal olarak zorlandıkları, bazen de köşeye sıkıştıkları yerde (çok insani durumlarda):
– Kelimelerimi kaybettim
– Keşke ressam olsaydım
– Artık tartışma yok, kelimelerim bitti
– Ve resimlerim de
– Belki de işlerimiz/sanatımız, bizim en iyi ve değerli tarafımız… demeye başlarlar.

“Kelimeler, resimlere karşı…”

“Bizi uzaklara götürebilecek kitaptan daha iyi bir fırkateyn yoktur.” Emily Dickinson

“Resim bana kitabın sayfalarca anlatacağı şeyi, tek bakışta gösteriyor.” Ivan Turgenyev

“Okuyucu; buna onun resmi gibi değil, kitabı gibi bak” ifadeleri geçer Shakespeare’in resminde.

“Bir kitap ne işe yarar ki?” diye düşündü Alice, “resimleri olmadan.” Lewis Caroll

Kelimeler ve resimler üzerine bu sade tanımlarla başlayan etkinlikte, resimleri temsilen Dina, “Neden Sanat?” başlıklı kısa bir konuşma yapar: Eğer duyularımız ve bilincimiz tamamıyla doğa ile uyum içinde olsaydı, eğer birbirimizle iletişim kurup birbirimizi anlayabilseydik, o zaman sanata hiç ihtiyaç kalmazdı. Aslında hepimiz sanatçı olabiliriz. Çünkü hepimiz biriz.

Kelimeleri temsil eden Jack de, “Eğer yazarlar da sanatçı olarak adlandırılıyorlarsa, o zaman sanatçı Dina ile aynı kategoride değilim. Çünkü onun sanatı, bizi buradan alır bambaşka bir yere götürür. Her gün baktığımız şeyleri alır ve onları sıra dışı bir hale sokar. Her sanatçı dünyayı kendisinin yapar ve onu daha da yüceltir. Bu sırada bizi de yüceltir, bize daha geniş bir bakış açısı verir. Proust, “Sadece sanat yoluyla kendi dışımıza çıkabilir ve dünyaya başka bir açıdan bakabiliriz” demiştir. Tüm sanatçılar bize bir bakış açısı ve kendilerini verirler. Kelimelerle, resimlerle… Ve tüm söyleyebileceğimiz: Hissettiklerimiz, tarif edilemez… Böyle sanatçıların değeri, Dina gibi; yetenekleri, acıları, enerjileri ve bakış açıları sayesinde bize, hissedebileceğimiz en iyi şekilde hissettirmeleridir. Onlar bizim en iyi olmamızı isterler” diyerek anlamlı bir konuşma yapar.

Sanatçı ruhlu ve yetenekli iki insan, bu sürede birbirlerinin dilinden anlamayı da başarırlar. “Bir adamın değeri, kelimelerinden daha fazlasıdır. Bir kadının değeri de resimlerinden… Ve sanat, savaşın parçası olamaz” konusunda hemfikirdirler. Bazen kelimelerin de, resimlerin de başarısız, yetersiz, gereksiz kalabildiğini ve anlamlarını yitirebileceğini, kelime ve resmin ötesinde bir gerçekliğin (belki duygu ve sezgiler) varlığını kabullenirler.
Kelimeleri ve resimleri birleştirirler...

Filmde, “Sanat, Sanatçı, Sözcük ve Resim” kavramlarına verilen anlamların yanı sıra dikkate değer olan, kadın ve erkekteki psikolojik farklılığın, sağ ve sol beyin özelliklerinin, görsel ve sözel zeka olgularının, insanın bireysel ve sosyal hikayesindeki önemini de çağrıştırıyor olması.

Elbette bir sanatçı, diğer bir sanatçının dilinden anlayabilir. Bir kadın erkeğin, bir erkek de kadının anlam dünyasını çözebilir. Ancak bu zaman alır; ortak bir niyet ve hareket, ihtiyaç, merak, istek ve emek gerektirir.

Jack, sözel/dilsel zekaya sahiptir: Bu onun dile yatkınlığını gösterir. Böyle bir zeka türüne sahip insan, dili etkili biçimde ve rahatlıkla kullanır, kelimeler ve seslerle düşünür/yorumlar. Karışık anlamları/yapıları kavrama ve çözümleme becerileri vardır. Dil öğrenmede başarılıdır. Kitaba, şiire, yazıya yönelimi daha fazladır. Kelime ezberleme/türetme, duygu-düşünce ve beklentilerini kelimelerle ifade etme, muhatabı dikkatli dinleme, kolay anlama yeteneğine sahiptir. Hitap ve ikna kabiliyeti yüksektir.

Görsel/uzamsal zekaya sahip Dina ise: doğadan görerek, algılayarak edindiği bilgileri şekiller, resimler, modellerle yani görsel şekilde anlatmayı tercih eder. Duygu-düşünce ve beklentilerini çizimle kolay ifade ve tarif eder. Gözlemleme ve betimleme kabiliyeti yüksektir. Zihinde canlandırma ve hafızaya alma becerisi kuvvetlidir.

Ayrıca Jack sol beyni, Dina sağ beyni temsil eder. Bu bağlamda sağ-sol beyin ayrımına da değinmek isterim.
Sağ beynin ilham ve besin kaynağı, “görmek ve duymak” iken, bu beyni aktif kullanan kişi, mecaz anlamlar ve sanatla uğraşı sayesinde kendini iyi ve rahat ifade eder. Hayal kurma yeteneği ve sezgileri kuvvetlidir. Olaylara bütüncül bakar. Genellikle duygularıyla hareket eder ve öyle kararlar alır. Bu ise zaman zaman onu yanıltabilir. Duyarlılığı ve duygusal yapısı, başına ve omzuna fazlaca yük almasına, bedensel ya da psikolojik şikayetlerinin artmasına neden olabilir. Çünkü zihinde/ruhta hissedilen ağrı veya acı, bedende de hissedilir ve zamanla kendisini sembolik bir dille (şikayetle) gösterir.

Sol beyin kelimelerle, sembollerle, sayılarla ilgilenir ve uğraşır. Kişide analitik düşünme becerisi sağlar. Sol beyni aktif olan kimse, neden-sonuç ilişkisi kurmakta, analiz-sentez yapmakta iyidir. Gerçekçi ve serin kanlıdır. Mantık ve muhakeme yoluyla kararlar alır. Kesin ve net sonuçlara odaklıdır. Çoğu zaman hastalandığının farkına bile varmaz, kabullenmek veya yüzleşmek istemez. Yardıma ya da tedaviye direnç gösterebilir. Belki hayatındaki hemen her problemi zekasıyla, mantığıyla veya problem çözme yeteneğiyle halledebileceğini düşündüğünden, sorunlarını da günü kurtarmak ve kendini oyalamak-avutmakla daha da büyütmeye eğilimlidir.

Bir de kısaca kadın ve erkeğin psikolojik yapısı ve ihtiyaçlarının farklılığı üzerinde durmam gerekir ki, kadın fark edildiği, sevildiği, anlaşıldığı, değerliliği hissettirildiğinde uyum sağlar, güçlenir, üretir, verici olur ve ışık saçar. Erkek ise kabul görmesi, ihtiyaç duyulması, kendisiyle işbirliği içinde olunması ve yüreklendirilmesi halinde enerjisi artar, potansiyelini çıkarır, çalışkan ve verimli olur.

Jack ilişkide, orijinal fikirleri ve kelimelerin büyüsüyle muhatabını etkileme, gönlünü kazanma yol ve yöntemini seçer. Konuşmayı, paylaşmayı, uzlaşmayı, güldürmeyi, düşündürmeyi, eğlenmeyi ve eğlendirmeyi sever.

Dina, kurduğu iletişim ve ilişki içerisinde ‘söylemekten ziyade’, tepkilerini, davranışlarını, elini, emeğini, çizimlerini, hayallerini ve renklerini konuşturur. Ruhuyla bakar, hisseder, duyar. Hissettiklerini en özgün ve yalın haliyle, şeffaf ve saf duygularla muhatabına sunar. İlgi ve teklife düşünmeden karşılık verir.

Filmden yola çıkarak özetle; belki de kadın duymak ister, erkek görmek… kadın göstermek ister, erkek söylemek…

    Paylaş...