Joe Gardner sempatik, heyecanlı, piyano ve caz müziği aşığı bir ortaokul müzik öğretmenidir.

Ders sırasında enstrüman çalarken kendini kaybeden kız öğrencisi Koni’ye sınıf arkadaşları gülünce, “biraz kendini kaptırdı, bu da iyi bir şey” diyerek onu yüreklendirirken, kendi deneyimlerinden örnekler vererek Koni’nin duygularını paylaşması çok hoşuma gitti. Babası da müzisyen olan Joe, onun zoruyla gittiği bir kulüpte dinlediği caz sanatçısından ne kadar etkilendiğinden söz eder:

“Sanki sahneyi kaplayıvermişti. Kendini müziğe kaptırmıştı, artık içindeydi ve bizi de yanında götürdü. O an tek istediğim onun gibi çalmaktı. O zaman anladım, çalmak için doğmuştum. Koni beni anlıyor, öyle değil mi Koni?”

Joe hayallerine giden yolda henüz hafta sonları bir kafeteryada sahne almaktadır. Kalan zamanlarında da annesinin terzi dükkanında çamaşır yıkayarak ona destek olur.

Okuldan tam gün-kadrolu (iş güvenliği, sağlık sigortası, emeklilik hakları vs. dahil) çalışma teklifi aldığı bir gün, annesinin dört gözle beklediği ve dualarının kabul olduğunu düşündüğü bu müjdeli habere sevinemez. Annesi, “bu işe devam edince o ipe sapa gelmez sahne işlerini de bırakırsın. Tanrı biliyor, dünyanın daha çok öğretmene ihtiyacı var. Hem o çok sevdiğin müzik, sonunda gerçek kariyerin olacak!” diyerek kendisini okulda çalışmaya ikna etmek ister ama nafile. O söylenenleri duymaz bile. Joe’nun memur olmak değil de, sanatını profesyonel şekilde yapmak hayali vardır. Tam da bu sırada hayranı olduğu ve “onlarla bir kez sahne alabilsem, mutlu bir adam olarak ölebilirdim” dediği müzik grubundan da bir teklif alır.

Joe’u dinleyecek olan müzisyen kadın, “işimiz ortaokul müzik öğretmenlerine kaldı” diyerek onu başta hafife aldıysa da, performansından etkilenip, “sen nerdelerdeydin?” diyerek onure eder. Joe provalara başlayacağı gün, sevinç ve heyecanından neredeyse ölecek halde koşarken, yolda birkaç kez ölüm tehlikesi atlatır ve ne yazık ki birine yakalanır. Açık kalmış logar kapağından içeri düşer.

Film ruhlar aleminde devam eder…

“Ölümden sonraki yaşam mı? Ben burada olmamalıyım. Bu gece sahnem var, şimdi ölemem. Fırsatın ayağıma geldiği gün ölecek değilim! Bunu çoktan hak ettim, hem de fazlasıyla. Bugün ölmeyeceğim. Hayatım daha yeni başlıyor. Daha işim bitmedi, dönmem lazım, ölmek istemiyorum.”

Oradan kaçayım derken, başka bir katmanda bulur kendisini. Önceki alemde… Daha doğmamışların bulunduğu bu yerde, Joe’u (bir başkasıyla karıştırarak) görevli rehberlerden zannederler. Bir yolunu bulup dünyaya geri gidebilmek için rehberlik yapmaya mecbur kalır ve bedeni bekleme modunda olan ruhları dünyaya hazır etmek için düzenlenen “Sen” seminerlerine katılır.

“Doğum travmasını unutmak, evrenin en büyük hediyelerinden biridir. Bütün ruhlarda bir şeyin eksik olduğunu fark edeceksiniz. Ruhların kıvılcımları eksik… Nedir bu kıvılcım? Onu bulmak siz rehberlere düşüyor. Kıvılcım keşfi için ‘Her şey’ salonundan yararlanabilirsiniz ya da kendi hayatınızdaki ilham verici anlardan oluşan seçkileri içeren ‘Sen’ salonunu tercih edebilirsiniz.”

“Kişilikler böyle mi oluşuyor?” diye hayretle bakan Joe’nun zihninde ‘kıvılcım’ denince müziğe olan tutkusu canlanır. Rehberlik edeceği ruha da iyi geleceğini ve ilham olacağını düşünür. Rehberlerinin yardımıyla bu alanda kişilikleri tamamlanan ve amaçlarını bulan ruhlar, dünya portalına gönderilebilirler.

Ruh eşi 22, oradaki en sorunlu ve zorlayıcı ruhtur. Onun için, “çok ünlü rehberleri oldu, 22’yi dünyaya hazırlamanız büyük şeref” diyerek Joe’u cesaretlendirmeye çalışırlar.

“Seni öldüğüne pişman edeceğim, çoğu kişi (Rahibe Teresa, Kopernik, Muhammet Ali, Carl Jung, Arşimet, Abraham Lincoln, Gandhi, Marie Antoniette…) pişman” diyerek selamlaşan 22 ile başbaşa kaldıklarında gerçeği ona itiraf eder Joe. “Rehber değil misin? Ha ha, ters psikoloji, gerçekten çok iyi! Carl Jung onu çoktan denedi.”

“Sen” salonuna gittiklerinde gerçek kimliğini ve tüm yaşantısının bir özetini ona gösterme imkanı bulur. “Her şey böyle başladı. O an ben Caz müziğine tutuldum. Melodi içinden geleni yapmana bahane oluyor. İşte ben bu yüzden Cazcı oldum. Benim kıvılcımım piyanoydu, dinle.” 22 etkilenmeyince çok şaşırır:

“Cidden mi, hiç tık yok mu?”

“Caz değil, mesele müzik, ben müzik sesini pek sevmem, bana biraz fazla geliyor” diye geçiştirir 22. O sırada film şeridi gibi gözünün önünden akıp geçen hikayesinin istemediği şekilde sona erme ihtimalini de gören Joe, “hayatım anlamsız. Yo, bunu kabul etmiyorum. Bedenime dönmek istiyorum” diye yakınır. Amacı dünyaya geri gidip kaderini değiştirmektir. 22 ise hiç yaşamadan ölmek ister. Her türlü yeteneğin ve ilgi alanlarının tecrübe edilebildiği “Her şey” salonunda da başarısız olunca, “Joe kimbilir ne zamandır buradayım. Bende yaşama isteği uyandıran hiçbir şey görmedim. Sonra sen çıkageldin, hayatın üzücü, içler acısı yine de dönmek için deli gibi uğraşıyorsun. Neden? İşte bunu görmeliyim” diyerek onunla iş birliği yapmaya razı olur. Birlikte kayıp ruhların rehberine giderler. Joe, Terry ve ekibini görünce, “bana bu çatlaklar mı yardım edecek?” diye endişelenir. Kayıp ruhların rehberleri, çılgın ve var oluş katmanları arasında sık sık yer değiştirebilen ruhlardır. Bu yüzden anlaşılmaz (kaçık, tuhaf) gibi görünebilirler.

“Bizim işimiz bu. Kendimizi dünyanın kayıp ruhlarına yol göstermeye adadık. Hani siz insanlar kendinizi bir şeye gerçekten kaptırıp başka bir yerde gibi hissedersiniz ya, bambaşka bir havadasınızdır, işte burası orası. Ruhsal ve fiziksel algı arasındaki boşluk…”

“Bir dakika ben buradaydım, bugün, seçmelere girdiğimde. Müzisyenlerin kendilerini kaptırınca (transa geçtiğinde) geldikleri yer burası olmalı.”

“Sadece müzisyenler değil, bu tutkulara göre değişir Joe. Bazı insanlar da kendi kaygılarından ve takıntılarından kurtulamıyorlar. Sonuçta kayboluyorlar ve hayattan kopuyorlar. Aslında kayıp ruhların, zonda olan ruhlardan pek farkı yok, zonda havaya girmek keyifli. Ama bu keyif takıntı haline gelince, kişi hayattan kopma noktasına gelir.”

Joe, “ne kadar çok kayıp ruh var, üzücü” dese de bu iyi bir şeydir, tekrar bedenine dönen, yani kendini bulan ruh değişir ve dönüşür, “hayattayım, siz de kurtarın kendinizi!” diyerek adeta aydınlanma yaşar, çevresindekileri de uyarmaya ve bundan sonraki hayatını yeniden düzenlemeye başlar.

“Sen ölü müsün?”

“Hayır, henüz değil.”

“Daha önce hiç bağımsız bir ruhu bedenine geri yollamamıştık. Ama ince bir noktaya gidersek…”

Terry Joe’a bedeni ile arasında bir bağlantı olmadığı için hayalinde kurduğu fiziksel ortama konsantre olmasını söyler. Koklamasını, duymasını, hissetmesini ve böylece bedenine ulaşmayı denemesini ister. Önce ayaklarını hisseder Joe. Çevresini fark eder. Hastane odasında yoğun bakımdadır. Yanında da hastaneye ait bir terapi kedisi vardır. Ölmediğini görünce heyecanlanıp aceleyle 22’nin kolunu tuttuğu gibi dünyaya açılan kapıdan geçiverirler. Asıl maceraları bundan sonra başlar, çünkü yanlış bedenlere girmişlerdir. Joe kedinin, 22 de onun bedenine…

“Kendi bedenime geri dönmeli, sahnede kendimi göstermeliyim. “Bu gece sahneye bir çıkayım, bütün dertlerim son bulacak. Yepyeni bir Joe Gardner göreceksin.” Terry’nin bu işi çözebileceğini bilip, onu dünyada da aramaya koyulurlar. Diğer yandan Joe’nun (22 onun bedeninde olsa da) zaman kaybetmeden provaya hazırlanması ve traş olup giyinmesi gerekirken, işler iyice ters gider ve saçın düzeltilmesi için berber arkadaşının dükkanına, sökülen pantolunun onarılması için de annesine uğramak zorunda kalırlar. 22’nin berber dükkanında çenesi açılır, derin ve anlamlı bir sohbete dalar.

“Niye bu koltuğa oturunca sana bir şeyler anlatasım geliyor?”

“İşte bu, koltuğun büyüsü, işimi bu yüzden seviyorum. Senin gibi ilginç kişilerle tanışıyorum, onları mutlu ediyorum. Sayemde yakışıklı oluyorlar. Kan naklini icat etmemiş olabilirim ama hayat kurtardığımdan eminim.”

Berber arkadaşı da, annesi de Joe’nun bedenindeki başka bir ruhla konuştuklarını fark etmezler. Joe ve 22, bunun için ellerinden geleni yaparlar. Annesi oğlunun sahne çıkma dileğinin en sonunda gerçekleştiğini kendisine haber vermek için geldiğini ve yanındaki kediyi de bir tür barış hediyesi olarak getirdiğini düşünür.

“Kedi mi? Onu kurtardım.”

“Maalesef kendi kariyerini kurtaramadın.”

“Bu sefer farklı anne…”

“Yoksa emeklilik garantisi mi var? Sağlık sigortası? Yok mu? O zaman farkı da yok!” 

Annesinin başarı anlayışı kendine hastır ve ona göre profesyonel müzisyenlik başarı değildir. Joe, hayatı boyunca annesinin onun ne yapmaya çalıştığını anlamadığını ve bu yüzden ona karşı dürüst olamadığını paylaşır 22 ile. Annesine söylemesini istediği şeyleri ona dikte eder.

“Zor zamanlarımız oldu. Ben ne yaparsam yapayım karşısın anne. Neden (Klise haricinde) çalmadığımda mutlu olan tek kişisin? Sonunda hayatımın konserine çıkacağım ama sen üzgünsün.” 

“Biliyorum müziği seviyorsun. Müzisyen olmanın babanı ne kadar zorladığını sen görmedin. Öyle bir mücadeleye girmeni istemiyorum.”

“Ben de babam gibi hayalimin peşinden gidemez miyim?” 

“Babanın yanında ben vardım. Çoğu zaman faturaları bu dükkan ödedi. Peki ben gidince seninkileri kim ödeyecek?”

“Benim aklım fikrim müzikte. Sabah uyandığım an düşünmeye başlıyorum, gece yarısı uykuya dalana kadar.”

“Ama kahvaltıda hayallerini yiyemezsin Joe.”

“O zaman yemem. Mesele benim kariyerim değil. Bu benim yaşama amacım. Babam da öyle hissediyordu biliyorum. Eğer bugün ölecek olsam, hayatımın hiçbir anlamı olmamasından korkuyorum.”

Anne yüreği dayanamayıp yumuşar ve giymesi için babasının takım elbisesini verirken kulağına, “baban seninle gurur duyardı bebeğim, benim hep duyduğum gibi” diye fısıldar. Belki de ilk kez Joe’nun kararlılığına ve müziğe olan bağlılığına gerçekten inanır.

22 ise dünyaya alışmaya ve içindekileri sevmeye başlar. Yaşamayı, insanları, pizzanın, lolipopun tadını, yürümeyi, dökülen yaprakları… Sevdiği şeyleri yanından hiç ayırmaz. Ve ilk defa sokakta çalan bir müzisyenden etkilendiğini fark eder. “Cazlıyorum” diye espriler de yapmaya başlayınca, “ben olduğum için müziği seviyorsun artık. Cazlamak diye bir şey yok, ayrıca müzik ve hayat birbirinden çok farklı kurallarla işler” der Joe. Kendisi hala bir kedinin bedeninde olsa da hayallerini gerçekleştirmeye çok yaklaştıkça, 22’ye dünya hakkında ne düşündüğünü ve evine dönmeye hazır olup olmadığını sorar.

“Hep aptalca demiştim ama şimdi baksana neler buldum, annen takım elbiseyi bu şirin makarayla dikti, berber bu lolipopu verdi. Doğrusu belki ben de bir sorun var diye endişelendim hep, beni anlıyor musun? Belki yaşamak için yeterince iyi değilim ama sonra sen bana amaç edinmeyi ve tutku duymayı öğrettin. Gökyüzünü izlemek kıvılcımım olabilir ya da yürümek, yürümekte üstüme yok.”

“Bunların hiçbiri amaç değil sadece sıradan eylemler. Bunları benim bedenimde olduğun için seviyorsun. “Sen” seminerine tekrar gittiğinde yeniden deneyebilir, kendini keşfedebilirsin.” 

“Olmaz. O seminere binlerce yıldır katılıyorum ve hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Onu burada bulmalıyım. Bu benim kıvılcımımı bulmak için tek şansım. Beni rahat bırak, amacımı bulmaya çalışıyorum.”

Terry onlara bu konuda yardım etmek ister fakat 22 bedenini vermekten vaz geçer. Bu konuda çatışma yaşarlarken, önceki alemin görevlileri tarafından yakalanarak, geldikleri yere geri gönderilirler.

“Ben grupta çalmak üzereydim.”

“Ben de kıvılcımımı bulmak üzereydim.”

Her şeye rağmen 22’yi bir yere getirmeye başaran Joe’a bunu nasıl yaptığını sorarlar. “Kendini benim yerime koymasına izin verdim. Ama 22’nin amacının ne olduğunu öğrenemedik. Onun kıvılcımı amacı neydi?”

“Amaçları biz seçmiyoruz, bunu da nerden çıkardın?” 

“Benimki piyano, ben bunun için doğdum. Kıvılcımım bu…”

“Kıvılcım ruhu amacı değildir ki. Ah siz rehberler ve tutkularınız, amaçlarınız, hayatınızın anlamları, çok klişe…” 

“Ama benimki müzik, kıvılcımım müzik bunu biliyorum.”

22, “iyi değilim, benim hiç amacım yok” diye ortalıkta dolaşırken kaybolur. Çökmüş bir haldedir. Zihninden kendisini tanıyan herkesin söylediği negatif sözler geçer. Çok çaresiz, yetersiz , anlamsız ve mutsu hisseder. Joe’nun onu bulup dünyaya göndermesi gerekiyordur. Ama öncelikle 22’nin verdiği rozetle (dünya portalına geçiş kartı) kendi bedeninde dünyaya döner ve yarım kalan işini tamamlar.

“Eğer beni seçmezsen kariyerinin en büyük hatasını yapacaksın. Benim gezegendeki tek amacım piyano çalmak, ben sadece bunun için doğdum ve beni hiçbir şey durduramaz.”

“Vay çok da kibirlisin değil mi? Sanırım sen gerçek bir cazcısın.”

“Hazır ol Joe Gardner, hayatın yeni başlıyor…”

“Gruba hoş geldin öğretmen!”

“Yüz kere çalarsın, biri muhteşem olur. Böyle geceler sık olmaz.”

“Sırada ne var?” 

“Yarın gece geleceğiz ve yeniden çalacağız.” 

Joe’un içini bir hüzün kaplar. 

“Sorun ne öğretmen?” 

“Hayatım boyunca beklediğim gün bugündü ama farklı hissederim sanmıştım.” 

“Genç bir balıkla ilgili bir hikaye vardır… Yaşlı balığın yanına yüzüp demiş ki, “okyanus dedikleri şeyi bulmaya çalışıyorum.” “Okyanus mu?” diye sormuş yaşlı balık, “şu an içinde yüzüyorsun.” “Bu mu?” demiş genç balık, “ama bu su, benim istediğim şey, okyanus…”

İlk sahnesinde annesi de oradadır: “İşte benim Joe’im. Seninle gurur duyuyorum” diyerek alkışlar. Amacına giden yolda yaşadığı maceralar ve mutlu anlar gözünün önünden geçer Joe’nun. Piyanosunun başına geçerek içten çalarken yeniden kayıp ruhların arasına karışır.

“Ben hata ettim, 22’yi bulmalıyım.”

“Senin zonda ne işin var Joe? Sanırım 22 artık kayıp ruh oldu. Kayıp ruhlar, onları hayattan koparan şeyi takıntı haline getirirler. 22 teknik olarak bir süre yaşadığı için onlardan biri oldu. Amaç edinmeyi takıntı haline getirdi.”

22, kendisini bulan Joe ve Terry’den kaçmak istese de yakalanır.

“Buraya döndüm çünkü bu rozet senin. Yanılmışım. Sen yaşamaya hazırsın 22.”

Dünyadayken dalından düşmüş, o çok sevdiği kuru yaprağı eline verir Joe. Tekrar bedeninde hissetmesini sağlar ve oradaki 22 ile konuşmayı dener. Yaprağı eline alan 22, dünyanın güzelliklerini hatırlar. 

“Hazır mısın dünyada yaşamaya?”

“Korkuyorum Joe. Ayrıca ben kıvılcımımı bulamadım.” 

“Buldun. Kıvılcımın amacın değildir. O son daire, yaşamak için gelmeye hazır olduğunda dolar. Bana sorarsan cazlamada senin üstüne yok.” 

“Ama bu durumda sen dünyaya dönemeyeceksin?” 

“Sorun değil, ben zaten gittim, şimdi sıra sende.”

22’yi hazır ederek elleriyle dünyaya bırakır Joe.

“Bizim işimiz ilham vermekti ancak bize ilham verildiği nadiren görülür” diyerek Joe’a teşekkür ederken, ödül olarak dünyaya dönmesi için bir şans daha verirler.

“Peki ne yapmayı düşünüyorsun, hayatını nasıl geçireceksin?”

“Emin değilim ama şunu biliyorum, hayatta her anın tadını çıkaracağım.”

***

Ruh (Soul) isimli film, Coco filminden sonra en beğendiğim sinema filmlerinden oldu. Animasyon olunca biraz eğlenir ve kafa dağıtabilirim diye düşünerek başladığım bu filmi tek seferde izleyemedim. Zira ruhumda bir yerlere dokundu.

Rahmetli annem de vefat tarihinden bir hafta sonra Türk Sanat Müziği korosunda yer alacaktı. Kırklı yaşlarında ud dersleri alarak ve koroda çalıp söylemeye hazırlanarak, hayatını yeniden yapılandırıyordu belli ki. 1999 yılında kendisinden ud dersi aldığı ve çok sevdiği hocasının evinde ansızın beyin kanaması geçirerek hastaneye kaldırılmıştı. Biraz toparlayıp kendisini iyi hissedince, telefonda arkadaşlarına şarkılar söylemiş, gülüp eğlenmiş, “Azrail yokladı ama yer yokmuş, geri gitti” diye espriler dahi yapmış. “Geçmiş olsun” dileği için arayan dostlarını ve akrabalarımızı konsere davet etmiş, her zamanki gibi heyecanlı ve capcanlı ses tonuyla… Dört-beş gece kaldığı Üniversite hastanesinden evimize dönebilseydi ve hayatta kalmak için Joe gibi bir şansı daha olabilseydi, onun için gerçek bir dönüşüm olabilirdi belki de. Çünkü, “bilinç, acı çekmeden doğmaz” ve insan hayatında, kayıplar, ayrılıklar, hastalıklar, kazalar, felaketler, göçler, savaşlar ve bireyi ölümle yüzyüze getiren durumlar gibi sarsıcı olaylar, dönüştürücü, yeniden yapılandırıcı olağanüstü etkiler gösterir. Çoğu insan böyle travmatik dönemlerin ardından az-çok aydınlanma yaşar. “Ben kimim? Neden hayattayım? Ne için yaşıyorum? Gerçekten yapmak istediklerim neler? Nasıl bir hayat yaşamak istiyorum? Yanımda kimlerin olmasını ve hayatımı kimlerle sürdürmeyi isterim? Hayallerim, umutlarım, planlarım, yeteneklerim neler? Ne kadarını gerçekleştirebildim ya da geliştirebildim? Hayatımın anlamını bulmak ve amacıma ulaşmak için ne yapabilirim? vs. gibi soruların cevabını ararlar. Ben de kendi hikayemde bu gerçeğe şahit oluyorum.

Eminim annem kısa ama dolu dolu hayatına sığdırdığı şeylerden keyif almış ve mutluluğu bulmuştu. Onun boş bir zamanını görmedim, hemşireydi, çalışırdı, söz yazar, beste yapar, şarkı söyler, dans eder, dikiş ve örgü gibi el işleriyle uğraşır, lezzetli yiyecekler hazırlar, arkadaşlarına ve ailesine vakit ayırırdı. Ses sanatçısı olma hayaliyle büyürken, Sağlık Koleji yıllarında assolist olarak sahne almış, halk oyunları oynamış. Belki ona sorsak, “siz, yani evlat sevgisi her şeye değerdiniz” de diyebilirdi. Yine de tüm hayallerini gerçekleştirmesini çok isterdim. Kendi olmasını, hep kendi kalmasını, kalbini, ruhunu vazgeçilmez gördüğü anlamlarla doyurmasını ve hayallerinin peşinden gitmesini…

“İnsanlığın temel amacı, var oluşun bilinmezliklerle dolu karanlığında bir anlam ışığı yakmaktır” diyor Jung. Her birimiz hayatta bulduğumuz anlamları kendimize amaç ediniriz. Onları hayal eder, peşlerinden gideriz. Onlar sayesinde yaşama tutunur, kendi varlığımızın nedenlerini ta içten hissederiz. Böylelikle durduğumuz yere sağlam basabilir, yaşıyormuş-iyiymiş gibi yapmayıp, güvenli adımlar atabiliriz. Kendi yolculuğumuzda daha canlı, cesur, umutlu ve özgürce yol alabiliriz. 

Ölmüşlerimizin ardından ikramlık bir şeyler dağıtır, hayır ve hasenat yaparız, “canlarına değmesi” niyeti ile. Ben de bu yazı vesilesiyle annemi anıp, en beğendiğim şarkılarından iki tanesini paylaşayım sizlerle, ruhu şad olsun, canına/ruhuna değsin, dokunsun ve hissetsin diye…

Hilal Özdemir Bulat

    Paylaş...