Uçak kazası raporu belgeselini çoğu kişi bilir. Bu yazıda insan psikolojisindeki bir sistemi anlatmak için bu belgeselden alıntı yapacağım. İlki Airbus uçağının ilk uçuş gösterisinde düşmesiyle ilgili bir bölümdü. Bu bölümde yeni bir otomatik pilot sisteminin ilk uçuşunda düşmesi konu alınıyor.
İkincisi ise belgeselin izlediğim başka bir bölümünde konu edilen bir uçak kazası ile ilgili. Bu bölümde de kazanın olma sebebi olarak otomatik pilotun devrede olduğunu gösteren mekanizmanın bozulması gösteriliyordu. Pilotlar otomatik pilotun devrede olduğunu bilmiyordu ve uçağı kontrol etmekte zorlanıyorlardı ve bunun sebebini bir türlü bulamıyorlardı. Pilotların yaptığı her müdahaleye otomatik pilot karşı koyarak zıddı yönde düzeltme yaptığı için uçak bir yukarı bir aşağı dalışlar yaparken yere çakıldı. Uzmanların söylediğine göre pilotlar otomatik pilotun devrede olduğunu bilse ve hiç müdahale yapmasa uçak kendi rotasında sorunsuz uçmaya devam edecekti. Otomatik pilot sisteminde pilot bilgisayarı, bilgisayar yazılımı ise uçağı uçurur. Sistem pilotun bazı hatalı komutlarını görmezden gelerek tehlikeye karşı uçağı korur. Tıpkı bedenin refleksleri gibi.
Evet bu hikayeyi niye anlatmak istedim. Çünkü bu durumun çok benzeri bir çok insanın yaşadığı durumu anlatmak için çok çarpıcı bir örnek. Freud’un ‘conflict’ diye tanımladığı insanın iç çatışması buna benzer bir mekanizma ile işler. İnsanın bilinçdışı bir uçağın bilgisayar donanımlarından ve yazılımlarından oluşan otomatik pilotu gibi kendi rotasında ilerlemeye çalışan bir yapıdır. Hep tekrarladığım Yunus’un “bir ben var bende benden içeri” sözüyle tarif ettiği içimizdeki o ‘öteki’. İşte bu öteki zihnimizin bilinçdışı denilen işleyiş bölümü tarif eder. Bilinçdışı tümden bizim kontrolümüzde olmayan, kendi sürüş amacı ve işleyişi olan ve uçağın yapım aşamasında içine yerleştirilmiş bilgisayar yazılımı olan otomatik pilota benzer. Bilinç ise yüzyılların birikimiyle oluşmuş bilgi mirasını eğitim yolu ile edinmiş pilotlara benzetilebilir. Pilotun amacı da uçağı uçurmak ve tıpkı otomatik pilot gibi hedefine ulaştırmaktır. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi çoğu zaman sorun; bilincin, bilinçdışının devrede olduğunu bilmemesidir. Hatta çoğu zaman reddetmesi ve onunla zıtlaşmasıdır. Elbette bir uçağı sadece otomatik pilot uçurmaz, pilotun görevi daha fazlasıdır. Ancak bir şartla, onun devrede olduğunu bilirse ve onunla sağlıklı bir şekilde rol paylaşımı yaparsa faydalıdır. Kendini tanımak aslında bu otomatik pilot metaforu ile anlatmaya çalıştığım bilinçdışını tanımak demektir. Yoksa beraber yol aldığımız ruhsal aygıtımızın gizli rotamızı asla bilemeyiz, nereden nereye gitmek istediğini de. Bazen kendimizle çatışma yaşamaya başladığımızda ‘dışsallaştırma’ mekanizmasına başvurma kolaycılığına kaçar, dışardan başka nedenler aramaya başlarız. Bu bazen bir eş çatışması bazen de bir iş ortamındaki ilişkilerindeki çatışma olarak su yüzüne çıkar ve böyle durumlarda genelde hayat atmosferindeki uçuşumuzu yere çakılarak sonlandırırız. Hatta bu bazen rüyalarda sıkça görülen uçak düşme kabusları ile bile karşımıza gelebilir. İçsel çatışma eş konusunda ise eşimizle, iş konusunda ise işimizle ilgili dışsallaştırmalara başvurabiliriz. Oysa gerçek çatışma içeridedir. Bunun farkında olmayan bilincimiz tıpkı otomatik pilotun devrede olduğunu fark edemeyen pilot gibi sorunun kaynağını başka yerlerde arar. Bu da o belgeselde olduğu gibi iş ise iş, eş ise eş konusundaki hayat yolculuğumuzu bir felakete taşıyabilir.
Burada yapılması gereken yargılamadan, aşağılamadan kendi karanlık yönümüzün de var olduğunu kabul etmektir. Kendi istek ve arzularımız ile genel kabul gören ahlak kuralları çatışabilir. Bu olumsuz dürtüleri yok saymak ya da başkasına suç atarak bunu kendimizden bile saklamak çoğu zaman işe yaramaz. Sonuçta olumsuz yanımızın sadece küçük ‘bir parça’ olduğunu kendi varlığımızın ve kişiliğimizin bundan daha fazlası olduğunu da hatırda tutarak olumlu yönlerimizle birlikte kendi benlik bütünlüğümüzü kaybetmemeliyiz. Zaten benlik dağılmaktan korktuğu için kendine bakmaktan çılgınca kaçar. Bunu engelleyen şey ise ‘benden içeri ben’in varlığından habersiz oluşumuzdur. Kendi derinlerimizde bir yerlerde oldukça bencil, arzulu ve hırslı, kendi isteklerini dayatan bir adeta bir ‘hayvan’ olduğunu kabullenmemiz oldukça zordur. Tıpkı kumaşlarla örttüğümüz bedenimizin hayvanlarla aynı mekanizmalar ile çalıştığını unuttuğumuz gibi ruhumuzun da hayvansal dürtülerini unutmayı seçeriz. Zira her zaman iyiyi, güzeli ve doğruyu istediğimizi var sayarız. Oysa doğru yol görecelidir, otomatik pilota göre doğru yol, programlandığı rota iken, pilotlara göre amaçladığı rotadır. Bütün mesele diğer bir öteki bilinç ve iradenin varlığından haberdar olmakta ve bunu reddetmemektir. Elbette bu irade bilinçdışı bir güdüdür, normal irade ve bilincin birebir aynı cinsinden değildir. Atın ve seyisinin bilincinin ve amacının birbirinin aynı olmadığı gibi. Ama görünüşte ikisi de aynı yolda yürür gibidirler. Seyis ve at örneği de beden ve ruh ikilisinin ilişkisine benzetilebilir. Burada kartezyen düalizm bakış açısıyla beden ve ruh ayrımı yapmıyorum sadece kavramsal olarak bir bütünün iki ayrı yönü gibi düşünerek bir benzetme yaptığımı belirtmek isterim. Siyaset kelimesinin seyis-at kelimelerinden türediğini iddia edenleri duymuştum. Ancak anlamsal olarak seyis ve atın arasındaki ilişki siyaseti anlamak için iyi bir metafor. Bu demek oluyor ki insanın iç dünyasında da bir seyis-at ilişkisi yani siyaset kaçınılmazdır. Pilotlar ile otomatik pilotun iktidar çatışması, dümeni kimin kontrol edeceği bazen önemli hale gelir. Pilot bilgisayarı, seyis atı yok sayarsa ise sürüş risklere gebedir. Bunun gibi insan da kendi bedeni-bilinçaltı olan atı (otomatik pilot) iyi tanımalı ve ona göre bir iç siyaset geliştirmeyi öğrenmelidir.