Müzik ve Mekân

“Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanır” (Nietczhe)

Her unutulmaz filmin ortak bir özelliği çoğunlukla müziklerinin de unutulmaz olmasıdır. Buna en güzel örnek, hepimizin yakından tanıdığı Çağrı filmidir.

Çağrı filmininin müziklerini Fransız müzisyen Maurice Jarre yapmıştır. Filmin yönetmeni Mustafa Akkad, Maurice Jarre’ye Çağrı filminin müziklerini yapmasını teklif edince, Jarre çölün atmosferini ruhunun derinliklerinde hissedebilirse müzikleri yapabileceğini belirtir. Bu nedenle Jarre, müzikleri yapabilmek için İngiliz Flarmoni orkestrası ile birlikte çölde bir çadırda 2 ay bizzat kalarak yapar.

Çağrı filmi, müzikleri olmasa ne kadar yavan olurdu öyle değil mi? Hicaz makamındaki o unutulmaz müzikler olmasa ne diyaloglar ne de görüntüler bu denli hissettirebilirdi filmin ruhunu. Peki, neden yönetmen bu filmin ruhunu duymak için bir çöle taşınmıştır? Çünkü mekanın bir müziği vardır. Mekan, zaman birlikte yaptığı bir müziği içinde saklar sanki. Bu müziği ancak gerçek santaçılar duyabilir. Müzisyen Fransa’da elbette çölün sesini duyamazdı. İslamiyet’in ilk yıllarının yaşandığı mekanlar, çölün kumlarında ve rüzgarlarında o ruhu hala saklar gibidirler. Duymasını bilenler ve kulak verenler mekanın müziğni duyabilirler zannımca.

Ruhu olan her şeyin bir bakıma müziği de vardır. Sanıldığı gibi müzik ruhun gıdası değil bizzat kendisidir. İster doğal olsun ister insan yapımı, ruhu olan her mekanın müziği kendiliğinden oluşur. Bu nedenle mimari taşlarla şarkı söyleme sanatıdır bir bakıma. Ayasofya’ya bakınca bin yılların ardından kopup gelen bir Bizans ezgisiyle bir Osmanlı ilahisinin nağmesini duyar gibi olursunuz. Süleymaniye Camisinin mimarisi adeta Yahya Kemal’in ‘Süleymaniyede Bayram Saati’ şiirinde aruz ile müzikal bir ritme bürünerek söyler şarkısını.

İstanbul ruhu zengin şehir… Her ruhun kendine bir yer bulduğu şefkatli bir ana kucağı… O yüzden her semti ayrı telden çalar bu şehrin. Necip Fazıl şiirinde bunu şöyle anlatır:

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler/Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler..

Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet/Beyoğlu tepinirken ağlar karacaahmet

Her köşesi ayrı mimari ve ayrı müzikler yani ayrı bir ruh barındıran şehirdir İstanbul. Eyüp semtinin müziği hüseyni bir sela gibidir. Sultanahmet’in müziği ise üç ayrı minareden birlikte okunan rast bir öğle ezanı gibidir.

Müzik adeta mekanın sese dönüşmüş şeklidir. İstiklal caddesinin ruhunu anlamak isterseniz sokak müzisyenlerine kulak kabartabilrisiniz. Kimisi bir çoban kavalıyla, kimisi de Batılı bir müzik enstrümanıyla söylüyor şarkısını. Ama mimaride olduğu gibi ille de Batı kazanır bu ruh güreşini Beyoğlunda.

Metrolarda, caddelerde, sokaklarda şehrin seslerine karışarak kulağımıza gelen
sokak müzikleri mekanın ruhunu bize duyuran en güzel araçlardan biri gibi gelir bana. Sokak müzisyenlerinin yaptıkları müzikler şehrin bütün o gürültüsünün içine karışır, doğal hayatın kendisine bir fon oluşturur. Belki de sokak müziğini bu kadar güzel yapan bu gerçeklik duygusudur. Tıpkı bir çeşit müzik olan ezan gibi. Ezan da sokakta, gerçek hayatın içinde, bütün doğal seslerin arasından süzülerek kulağımıza gelir.

Sessiz bir bozkırda hiç tarla kuşunun şarkılarını dinlediniz mi bilmem ama onun kadar kulağa hoş gelen bir müzik pek azdır. Ona çok benzeyen ise bir çoban kavalının sesidir. Sesinin uzak tepelerin ardından aşıp kulağınıza geldiğine hiç şahit oldunuz mu bilmem. Ama çayırların, tepelerin ve bir köy yamacının müziğinin ne olduğunu bir çobanın kaval sesinde duymuş ve büyülenmiştim bir zamanlar.

Anadolu şehirlerinin arka mahallelerinde yaz günleri sokak arasında yapılan düğünlerde çalınan müzikler, bu mekanların mimarisi gibi ruhunu da yansıtır.

Mekanın müziği müziğin de mekanı yansıttığının göstergelerinden biri de son dönem moda olan bir müzik icra biçimidir. ‘Doğa İçin Çal’ gibi projelerde şarkılar veya türküler bahçe, sokak, park, merdiven, köprü gibi farklı mekanlarda icra ediliyor. Burada yeni ve özgün olan yaklaşım müziğin parça parça farklı mekanlarda icra edilmesidir. Mekan ve müziğin bu dansı oldukça hoş bir ahenk oluşturduğu için olsa gerek bu tarz müzik videolarının sayısı çok artmıştır son zamanlarda.

Müzik bizi teskin eder, çünkü zihnimizdeki diğer tüm sesleri susturarak bizi sükûna erdirir. Mesken, teskin, sükûn kelimelerinin aynı kökten gelmesi tesadüf olmasa gerektir. Eğer varoluş evimiz huzur içindeyse, ancak o zaman kendi ‘mesken’inimizin ‘sakin’i oluruz.

Evet, koskoca bir mekan olan kainatın gizli müziğini duymayanlar aşkın cezbesine kapılarak dönenleri anlayamaz elbet. Oysa atomlardan gezegenlere kadar her bir kütle bir diğerinin çekimine kapılarak döner. Mekanın kapıldığı bu cezbe döndürür onun başını, zaman ise işte bu döngünün çocuğu… Fizikçiler maddenin temelinin bir titreşim ve bir döngüden ibaret olduğunu söylerler. Bu titreşimin ve çekimin (cezbe) insanlar arasındaki adı aşktır. Belki de o yüzden gerçek aşıklara meczup yani cezbeye kapılmış denir. Bir titreşimden ibaret olan müzik ise işte bu aşkı anlatabilen tek araç.
Zamanın ve mekanın ruhunu ve de kainattaki müziğin sesini duymak ümidiyle…

    Paylaş...