Müziğin Yedi Rengi

Müzikte yedi ana nota olduğu gibi gökkuşağında da yedi renk vardır.
Işık ve ses kâinatın iki unsur… Ses kulak yoluyla, ışık göz yoluyla beynimizin algı yolaklarına gelip çarpan fiziksel iki uyaran… Yedi ana nota ses titreşimlerinin belli frekanslardaki değerlerinden oluşuyor. Tıpkı yedi nota gibi gökkuşağının yedi rengi de ışığın belli dalga boylarının yansıması. Görünürde aralarında bir bağ yok gibi. Ancak son zamanlarda yapılan çalışmalarda ses ve ışığın ‘matematiksel korelasyonlarının’ olduğu iddia edildiği gibi, bir ‘foto-akustik katsayıdan’ da bahsediliyor. Ses ve ışık fiziksel iki uyaran olarak göz ve kulağımıza geldikten sonra bu organlarda ses dalgasından ve ışık frekansından biyoelektriksel datalara dönüştürülerek, sinir sistemi aracılığıyla beyne iletiliyor. Beş duyu ile algıladığımız tat, dokunma, ses, ışık ve koku tüm uyaranlar biyoelektriksel sinyale dönüştürülerek sinir sistemizle beyne iletiliyor. İşte; en azından bu ileti esnasında, tüm uyaranlar yapı olarak aynılaşıyor. Uyaranlar beynimizin ilgili bölümlerine doğru yolculuk yaparken bir noktadan sonra, ses ya da ışık ayrımı ortadan kalkmış oluyor.

Sinestezi tanım olarak bir algı veya duyu yolağı uyarıldığında birden fazla algı kanalının istemsiz uyarılması olarak bilinen tıbbi bir durumdur. Hatta metafor ve sembolizm kelimeleri gibi çeşitli sanat ürünlerinin tanımlanmasında da kullanılan bir terimdir. Sinestezikler bazen bir sesi renk olarak algılayabilir ya da bir rengi ses veya tat olarak algılayabilirler. Bebeklerin gelişimlerinin oral döneminde parlak renkli eşyaları daha çok ağızlarına götürmesi ‘böyle bir sinestezinin aslında hepimizin geçtiği bir süreç olabilir mi’ sorusunu aklımıza getiriyor. Algıları kategorize etmek ve ‘norm’lara uydurmaya programlı beyinlerimiz belki ışık ve ses arasındaki bu ayrımı zamanla yapabilir hale geliyor. Belki şairler bir şekilde bu yetilerini devam ettirdikleri için gün batımının renginin müziğini veya rüzgârın tadını duyabiliyorlar.

Bütün mücadelelerin bir anlamı ve bir de rengi vardır. Belki bu nedenle spor takımları kendilerini renklerle ifade ederler. Anlamların ses ve ışığa binerek dolaştıklarını hatırlatmak isterim. İşte bu binekleri tanırsa kişi taşıdıkları anlamlara yani manalara açılabilir. Yoksa hep ışık ve gölgede kalmak hayata sadece tek boyutlu şahitlik etmek durumunda kalır. Oysa bizden istenen en temel vazife şahit olmamızdır. Yani zaman ırmağında akan bu varlığa ve varlıktaki hadiselere şahit olmak… O yüzden kurtuluşun kapısını açan anahtarın adına Kelime-i Şehadet denmiş. İnanmamız değil ‘şahit olmamız’ isteniyor bizden… Şahit olmak ama yüzeye, surete değil asıla, öze… Sesi ışıkla buluşturma çabası hiç elma yememiş birine elmanın tadını tarif etmek gibi ama işte bu çaba ‘şahit olma’ çabasının bir parçasıdır.

Bu yazımızda gökkuşağının yedi renginden yola çıkarak müziğin yedi rengini anlamaya çalışacağız…

Kırmızı: Bu rengi bir müzik olarak düşünürsek bazen aşkın, bazen coşkunun melodileri kulağımıza çalınır gibi olur. Kırmızı söz konusu olduğunda damarda akan ve yaşam veren kandan önce aklımıza bir şey gelmez. Kırmızı ve kan, aşk ve tutku. İnsanın en temel itkisi yaşamak… Yaşamak veya yaşatmak için mutlak gereklidir kan. Kan bağı soyu da temsil eder ki, kırmızı bir kişinin köklerine olan iştiyakın rengidir bir bakıma.

Kan kırmızı, gül kırmızı yani aşk kırmızı… Tutkunun yaşam ve sonsuzluk arayışının rengi kırmızı… Al bayrağın ve iktidarın ve ateşin rengi. Kırmızı zaman zaman arzu ateşinin şeytani parıltısı… Ki ne zaman yaşamak diğerini öldürmeyi gerektirirse kurbanın kanıdır kırmızı. Hep yaşamanın değil yaşamak için verilen mücadelenin de rengidir. Zaten öfke de bu mücadelenin bir gereğidir. Tutkunun, aşkın, öfkenin, yaşam mücadelesinin, ihtirasın velhasıl sonsuzluk arayışının rengine verilen isimdir kırmızı. Kızıl, al ve bordo tonları bu arayışın da ara tonlarıdır. İşte böylesine ateşin bir rengin müzikal karşılığını sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Bir müzik türünden ziyade her tür müzikteki kırmızı melodileri şöyle bir dikkat kesilirseniz hafızanızda ne çok örneğinin bulunduğunu göreceksiniz. Kırmızı şarkılar kahramanlık duyguları uyandırır insanda. Bazen bu tınılar bir mehter marşı bazen de bir efe türküsünde gizlidir. Kırmızının öfke tonu Rock, Heavy Metal gibi müziklerde bazen kendini gösterir. Kırmızının tutku ve aşk tonu ise Tango’dan Latin müziklerine, fado müzikten arap müzklerine kadar her tür müzikteki en belirgin renktir. Kulağınızdan giren sesin rengini görmek için gözlerinizi kapatırsanız, biraz dikkatinizi verince ruhunuza akseden renkleri seçmeyi öğrenebilirsiniz.

Kırmızı ve gülün mitolojiler masallar ve efsanelerde birlikteliği vardır. Adeta ‘kırmızı gül’ aşkın bir sembolü gibidir. Gülün kırmızı olması aşkın surete bürünmüş hali gibidir. Çünkü nazenin taze yapraklarıyla gül sevgiliyi simgelerken kırmızı renk ise güle akseden aşkı temsil eder. Bülbülü de şarkılarıyla en fazla şakıtan sanki kırmızı güldür. Bülbülün nağmeleri müziğin kırmızı halinin tabiattaki karşılığıdır.

Kırmızı her yerde kendini belli eden, diğer tüm renkler içinde göz alıcı bir renktir. Aşk dolu bakışları üstüne çektiği gibi kem bakışları ve kıskançlıkların da hedefi haline gelir. Bunun müzikal anlamda karşılığı hem tonal olarak hem de ritim olarak her zaman kendini belli eden, aşkı ve tutkuyu anlatan melodiler olmalıdır.

Mavi: Arapçada ‘ma-i’ yani su rengi demektir. Ama aslında su renksizdir. Göğün renginin yeryüzüne aksedişidir aslında mavi. Göğün, yani ötelerin sonsuzluk ve ululuğun… Bu dünyadan olmayan, göklerden inen bir renk mavi… Ancak suyun sinesinde kendine yer bulabilen bir misafir. Kırmızı ne kadar yaşam ihtirası ile dolu, ateşli ve tensel ise mavi bir o kadar serin ve ruhanidir. Kırmızı yer kürenin magmaları gibi ısıtırken mavi okyanus buzulları gibi serinletir. Müziğin mavi nağmelerinde işte bu ruhaniliği hissederiz. Ten baskısından kendini kurtarmış bir derviş gibi özgürlüğün nağmelerini duyarız mavi müzikte. Yeryüzünün çekiminden kendini kurtarabilen kütleler (egolar) uçabilir ancak. Bazen ruhun kanatları bizi bu dünyanın çekiminden kurtarır ve özgürleştirir. İşte müziğin mavi tonu böyle bir kanat olabilir ehline.

Mavi aynı zamanda ‘kutsal hüznün’ de rengidir. Hüzün; Ney’in kamışlıktan ayrılığının, anavatan özleminin diğer adı… Zaten mavi de ötelerin yani anavatanın ‘dünya gurbetine’ akseden bir rengi değil mi? Bu ayrılığın kutsal hüznünü anlatabilmek öyle her melodiye kısmet olmaz elbette. Birol Yayla ve Şenol Filiz’in Yansımalar isimli albümü ve özellikle ‘Sonbahar’ isimli eseri ayrıca Sadi Işılay’ın Sultaniyegâh sirtosunun ilk bölümü bana böyle mavi melodilere güzel bir örnek gibi gelir. Batı müziğindeki mavinin karşılığı ise bir müzik türü olarak kendini gösterir ki ismi İngilizce ‘blue’ yani ‘mavi’den mülhem Blues müziktir.

Yeşil: Bu renk genelde dini çağrıştırdığı için ölümün rengi sanılır. Oysa yeşil yeşermenin, tazeliğin, doğumun ve baharın rengidir. ölümün tam tersine yaşamın rengidir. Yeşil renk insan şuuraltına canlılık tazelik ve hayat çağrıştıran sinyaller gönderdiği için yeşillikler içinde olmak isteriz. Ruhumuzun saklı bahçelerini ve cennetleri tasvir ederken yeşil ilk aklımıza gelen renktir. Yeşilin müziği doğumun, neşenin, tazeliğin, ilk gençliğin müziğidir. Bu müzik bize umut ve sağlık aşılar. Çocuk şarkıları kadar yalın ve sadedir. Dede efendinin yine bir gülnihal isimli eseri böyle bir neşe ve sadeliğe güzel bir örnektir bana göre. “Yine bir gülnihal / Aldı bu gönlümü / …… / Pür eda pür cefa / Pek küçük, pek güzel…”

Sarı: Bu rengin şuuraltı çağrışımları da diğer tüm renklerde olduğu gibi tabiattan beslenir. Sarı ilk olarak güneşi hatırlatır bize. O yüzden parıltı isteyen, göz alıcılık peşinde koşan her benlik kendini canlı sarı renklere bezemek ister. Bir yandan da uçsuz bucaksız çölleri, ergin buğdayları, güneşten sararmış otları çağrıştırarak yalnızlığı hatıra getirir. Güneşle fazla hemhal olup, güneşin rengine boyanan ve yeşilliklerini kaybedenleri hatırlatır. Sanki olgunluk çağının rengidir sarı, günde ikindi, ömürde kırk yaş gibi. Sarının müziği veya müziğin sarısı da işte böyle sararmış anlamlar aktarır ruhumuza. Ayrılık ve yalnızlık vaktinin geldiğini hatırlatır. Zaten şarkılar çoğunlukla ayrılık üzerine değil midir? Ayrılık şarkılarının hüzünlü nağmeleri hep sarı renktedir. Sezen Aksu’nun adı üstünde ‘Sarı Odaları’ müziğin sarı melodilerine bir örnek sayılabilir.

Mor: Kırmızı ve mavinin karışımından doğan bu renk dönüşümün rengidir. Kırmızının ateşinden mavinin serinliğine, bedenin semtinden ruhun iklimine, yeryüzünden göklere geçişin ve dönüşümün ara rengidir mor. Gün batarken veya doğarken ufuktaki morluk bu geçişin farklı bir şekli olsa gerektir. O nedenle hep öteki tarafı, sınırın arka yüzünü çağrıştırır dimağlarımıza. Mor melodiler de işte tam da bu geçişin müzikal karşılığıdır. Ateşin bir coşku ve kırılgan bir hüznü içinde beraber barındıran Trakya Türküleri gibidir mor müzikler.

Lacivert: Derinliğin rengidir. Akşamın ve okyanusların rengi… Mavinin siyahla, gündüzün geceyle, gecenin gündüzle buluştuğu alacakaranlık iklimin rengidir. Akıl göğünün ötesine geçişin başladığı yerde durur lacivert. O nedenle hikmetin rengidir. Hikmet ise asildir, bu nedenle asaletin de rengidir. İnsanı bu dünyadan alıp götüren, akıl göğünden hikmet uzayına çıkartan ve dünyaya bir kez de oradan baktıran müzikleri lacivert nağmeler olarak tasavvur ederim hep. Bir ud veya tambur taksimindeki hikmet ve asaletin sesini hiç ruhunuzla dinlemeyi denediniz mi? Deneyin gözleriniz boydan boya laciverte boyanacaktır.

Turuncu: Sarı ve kırmızının karışımı olan turuncu, kırmızıdan coşku ve heyecanı, sarıdan parıltı ve göz alıcılığı alır. Turuncu müzikler bu nedenle hep canlı hep dikkat çekicidir. Siz ona gitmeseniz bile o size gelir ve kendini size hissettirir. Günümüzdeki pop şarkıları ve reklam cıngıllarının parlaklığı bana turuncu melodiler olduklarını düşündürür.

Paylaş...