Amerikan ordusundan emekli askeri doktor William Chester Minor’ın, vatanını terk edip İngiltere’ye sığınma nedeni, “bir adam benim için geliyor, geceleri başkalarıyla birlikte bana musallat oluyorlar” şeklindeki paranoyalarının varlığıdır. Londra’daki yeni yaşamında heyezanlarının etkisiyle bir gece (hayali düşmanları yerine) altı çocuklu Eliza Merrett’in kocasını vurur. Çıktığı mahkemede, cezai ehliyeti olmadığından (kasten adam öldürmekten) suçlu bulunmaz ve Broadmoor akıl hastanesinde gözaltında tutulur. Hayatlarını bir gecede değiştirdiği Eliza ve çocuklarına emekli maaşının verilmesini talep eder, her şeyiyle onlara bağışlanmaya hakları olduğuna inanır. Çocuklarıyla perişan halde olan Eliza, bu teklifi ilk önce geri çevirse de Minor’la yüzleşmeye gider ve parayı almaya razı gelir. Ailesi böylelikle iyi bir stardarta kavuşur. Bir zaman sonra Minor’ın ziyaretlerine gitmeye, onu yakından tanımaya, kitaplar hediye etmeye başlar ve aralarında bir bağ oluşur. “Buradan sadece kitapların sırtında çıkıp gidebilirim, kelimelerin kanatlarında, dünyanın sonuna kadar. Okuduğum zaman peşimden kimse gelmiyor, okuduğumda takip eden benim. Tanrı’nın peşinden… Bu özgürlük. Yalvarırım, takibe katılın” diyen Minor, okuma bilmeyen Eliza’ya okuma-yazma öğretir. Bunu yapmaktan büyük mutluluk duyar ve yaptığı çizimler de değişip renklenir. 

Diğer yanda para kazanmak amacıyla on dördünde okulu bırakan ama otodidaktik (kendini eğiten) çok sayıda dil bilip, kelimeleri tarihçeleriyle aktarabilen, bilimsel çalışmalar yapan ve aynı zamanda İskoç takunya dansı ustası olan James Murray’nin yüksek bir hayali vardır. 

“Bu iş, bir adam için yüzlerce ömür sürer, yüzlerce adam içinse bir ömür sürer.” 

Oxford sözlüğü akademi heyetinin yirmi yıldır çıkarmak istedikleri ve koca akademi ordusunun üstün çabalarına rağmen hiç yol katedemedikleri İngiliz dili sözlüğünün yeni editörlüğünü akademisyen arkadaşı aracılığıyla (olağanüstü-sıradışı görülen ve kendileri için kurtuluş olarak takdim edilen) Murray’e verirler. İngiliz dilinin envanterini çıkarmakla görevli olan Murray, atıfta bulunulan her kelimenin kaynağını gösteren kapsamlı bir kitabı, beş yıl veya en fazla yedi yılda bitirme planına dair konuşma yapar: “Gönüllü ordusu, dile hakim her kesim insandan, bildikleri kelimelerin anlamlarını alıntılarıyla birlikte yazmalarını isteyecekler, kelime ağı kuracak ve listeleyecekler. Bizim tarafımızdan düzenlenecek bütün kelimeler, tarihçeleri ile kaydedilecek.” Satışta olan tüm kitapların arasına yazdığı bir çağrı mektubunun da iliştirilmesini sağlar.

Zamanını siyah-beyaz çizdiği resimler (tamamlanmamış yüzler, ilkel insan portreleri) yaparak ve kitap okuyarak geçiren Minor, kaza sonucu yaralanıp kan kaybından ölmek üzere olan bir gardiyanın hayatını kurtarır. Gardiyanlar kendi aralarında toplanır ve iyileşen arkadaşları için minnet borcu olarak ona bir kitap hediye ederler. Okuyacağını ve sonsuza dek kıymetini bileceğini söyleyip teşekkür eden Minor’ın açtığı kitabın arasından çıkan mektup, hayatını değiştirir.

“… Kelimelerin denizinde rehberlik edecek ne çizelge ne de bir pusula var. Ulu ingiliz dilinin, bilimle tanımlanan stardartlarla aynı şeref ve haysiyetle anılmasının zamanı geldi. Bu kutsal amaç uğruna posta ağımız ile iletişime geçelim. Her sözcüğün tarihini göstermek ve ilk yazıldığından itibaren doğumundan bugüne kaydını almakla mükellefiz. Sözcükler, edebiyatımızın devasa içeriğinde izler bırakıyor. Onların peşlerinden gidecek, tespit edecek ve yakalayacağız, hepsini, her bir kelimeyi.”

Minor bu fikri çılgınca ve başarılabilir bulur (belki yalnız kendisine yazıldığını farz ettiği) mektubu okuduğunda heyecanlanır. “Bu kitap, bir hediye ama daha fazlası. Oxford üniversitesi benden yardım istedi. Çalışarak, daha iyi/sağlıklı olabilirim. Bu işte iyi olacağım” deyip, doktorundan bolca kağıt-kalem ister ve odasına büyük bir kütüphane yaptırır. Murray’e hemen karşılık verir: “Gönüllü olarak kendimi öne sürdüğüm büyük bir ayrıcalık duygusuyla, edebiyatın derinliğinden ve genişliğinden ilişkilenen ekteki kelimeleri lütfen kabul ediniz. Kelimelerin bulunmasına olanak sağlayan sözlük türü için bir anahtar türetmiştim. Talebim çok açık, yükünüzü hafifletmek. Bana hangi kelimelerin parıldadığını ve solduğunu söyleyiniz. Yararlı kimselerin, okyanusları aşarak dolaşmasına müsaade ediniz. Çizgimi aşacak ve sizden kaçan kelimeleri yakalayacağım.” 

Sözlük için henüz az sayıda kişi çalışmakta ve çoğu zaman sabahlamaktadır. Murray’nin, “Rabbim yardım et, kayboldum” dediği bir anda Minor’ın mektubu eline geçer. Tanrı’nın kurtarıcılarını gönderdiğine ve yapmaları gereken şeyin, onunla beraber çalışmak olduğuna yorar ve mektuba bir cevap yazar: “Yapmış olduğunuz teklifin ve zamanlamasının etkisini anlayamazsınız, yardımınızı minnettarlıkla kabul ediyorum. Kağıt ve mürekkebin, buluşma ayrıcalığımıza kadar etimiz ve kanımız olmasına müsaade ediniz. İlişikteki kelimeler, bizi ayrı tutanların listesi. “Sanat” kelimesi özellikle sıkıntılı olduğunu hissettiriyor.”

O günden sonra aralarında bir mektup trafiği ve dostluk oluşur.

Sanat hakkındaki “bütün büyük ve güzel işler, ilk bakışta karanlığın karşısında sönük kalır” cümlesini alıntılayan Minor mektubunda “karanlıkla yeterince tanıştım, ışığımı sizinkine katmama müsaade ettiğiniz için teşekkürler. Karanlığın yerini aydınlık alana kadar birlikte mücadele edeceğiz” diye söz verir ve ‘Sanat’ sözcüğünü tamama erdirir. 

Murray örnek baskıyı kendi eliyle getirir dostuna. Hasretle kucaklaşır ve eşsiz bir sohbet ederler hastane bahçesinde… 

“Demek Aziz Doktor bu, gözlerime inanamıyorum” diye selamlar Murray. 

Minor: Ben de. Bu sürprize de. 

Murray: Daha yeni başladık ortak. Kelimeye, kelime. 

Minor: Bir Amerikalı ve bir İskoç. 

Minor: Biri dahi, biri deli. 

Murray: Evet ama kim, hangisi? 

(Minor, zincirli ayağına dikkat çeker ve bir süre sessiz kalır.)

“Düşüncelerimi toplayacak ve seninkilerden ayrıştıracağım.” 

Murray: Bizim için bulunmaz bir nimetsiniz aziz dostum. 

“Demirin demiri keskinleştirdiği gibi, bir insan da arkadaşını güçlendirir.”  

Minor: Kutsal kitaptan… Tanrı’nın hizmetkarısın, buna şaşırmamalıyım.

Murray: Bu yalnızca O’nun lütfudur. 

Minor: Bunu daha fazla deneyimleyebilmiş olmayı dilerdim. 

Murray: Deneyimleyeceksin dostum. “Rab ve merhameti (lütfu gördüğü Minor) hayatım boyunca benimle olacak.” Yalnız değilsin, artık bağlıyız, akrabayız.

Minor: Kardeşiz.

Sözcükler üzerine konuşup kelime oyunu oynadıkları bir sırada Murray, arkadaşının yaptığı tabloyu fark eder ve yüzünün yarısı karanlıkta kalmış kadının kim olduğunu sorar. Minor onu “imkansız” olarak adlandırdığında, “ne kadar imkansızsa aşk o kadar büyüktür” diyerek onu anladığını hissettirir. Minor, “buna gerçekten inanıyor musun? Kalbim çok hasta” dediğinde ise, “aşk hakkında bildiğim şey; hastalık genellikle ilacın kendisi olur” diye söyler. “O arkadaşım, iyi bir arkadaşım. Korkunç bir kaybın acısını çekti” demekle yaşadığı içsel çatışmayı (suçluluğu ve imkansızlığı) da ifade eder Minor. Murray onu teselli etmek ister: “Tanrı’nın lütfu belki de senin sevginle ona ulaşacak.”

Eliza bir gün ziyarete çocuklarıyla çıkagelir ve Minor’ı arkadaşı olarak tanıştırır. Büyük kızı, onun babasının katili olduğunu bilir ve selamlamak yerine tokatlar. Minor bu duruma çok üzülür, Eliza soğukkanlılığını korur. Ayrılmadan evvel Minor’ın eline “eğer aşksa… ya sonrası?” yazılı bir kağıt tutuşturur. 

Minor, Eliza ile aralarında arkadaşlığın ötesinde aşk’ın varlığını, kabul edilmez görür ve büyük rahatsızlık duyar. Üst üste yaşadığı travmatik gelişmeler, iyileşmekte olan Minor’ı derinden etkiler ve hastalığını tetikler. “Onu, (ölen kocasını) yine öldürdüm, bu kez kalbinden” dedikten hemen sonra kendine zarar verir (cinsel organını keser). Bu üzücü hadiselerin ardından, çalışmalarını bırakmak zorunda kaldığı bir mektup yazar Murray’e: “Dostum artık seninle olmamam gerektiğini ve bunu kabul edebileceğini düşünüyorum. Beni böyle hatırla. Arkadaşlığımızın ve uçup giden zamanda senin sayende birlikte yarattığımız şeyin kanıtı olarak kararıma güvenebildim.”

Murray mektubu alır almaz, yanına gider. Minor kötü haldedir: Geleceğini biliyordum… sözlüğe ekleyecek sözcüklerim vardı ama kalemlerimi bulamıyorum. Belki de bu doğru, delilik bize sözcükleri verdi ama onları kendinin yaptın, gizli imzanı taşıyorlar. Üzgünüm, ben bir an için ‘sözcüklerin bağışlayıcılığı/lütfu ile’ ümit etmeye cüret ettim.

Murray: Bu sözcüklerin bağışlayıcılığından fazlası (ihtiyacın ve ilacın).

Minor: Artık bu deliyi yanılsamalarıyla başbaşa bırakabilirsin. Ben kimsenin arkadaşı değilim. Ben bir katilim, diğer her şey uydurma. Git ve geri dönme.

Minor ondan Eliza’ya verdiği cevabı ulaştırmasını da rica eder. 

“Yazdıklarımın tarihini belgelemek ve dünyaya Tanrı’nın yarattığı her şeyin anlamını açıklayan bir kitap sunmak istedim ya da en azından ingilizlere. Ama mağlub oldum” diyen Murray’e başarılarından dolayı fahri doktorluk ünvanı verilse de, onu küçük yetersiz ve görerek işini elinden almak isteyenlere karşı hep mücadele verir. “Bize kattığın etki, bu işin ilk kalp atışları oldu. Yol gösterdiğin için sonraki nesiller buna devam edecekler ama asla tamamlanmayacak” diyen akademisyen arkadaşı ona arka çıkar ve onun için fedakarlıklar yapar. 

Murray’nin, ilk zamanlar “yeni bir gönüllü, bir mucize. Düştüğümüz çukurdan bizi çıkardı. Onunla hızımızı ikiye katladık” diyerek bahsettiği arkadaşının bir katil olduğunu öğrenen karısı, büyük tepki gösterir. Ona John Milton’ın “Kayıp Cennet’inden” bir kesit okuyan Murray, “her gün bağışlanmak için dua ediyoruz. Kötü adamın, kurtulmasına yardım etmeliyiz. Düşmeden önce eğer hizmet etmeyi seçersek, bu hepimiz için kurtuluş olur” deyip, Minor’ın zor durumda olduğunu anlatır ve Eliza’ya yazdığı notu uzatır.

– Eğer aşksa ya sonrası? 

– O zaman kurtuluş yok… 

Karısının “eğer aşk gerçekse, bunu yapabilirler. Bazen uzaklaşmak istediğimiz zaman, en çok direnmemiz gereken zamandır. Gözlerinde merhamet ve aşkı görürsen, arkadaşına yardım et” öğüdüyle, Eliza’yı alıp hastaneye gider. Psikiyatristi, Minor üzerinde deneysel bir tedavi sürdürmektedir. Eliza, geçirdiği katelepsi nedeniyle kendisini hatırlamayan Minor’ın yanına sokulur ve ona iyi gelecek bir cümle fısıldar… 

“Eğer aşksa, sonrası aşktır” 

Dostu için çok endişelen Murray, otoritelere kadar giderek, “bir hayat… bu yüzden değerli ve kıymetli olmayı hak ediyor, eğer benim inandığım gibi inanırsanız, her hayat kendi şansını hak eder” diyerek af talep eder. 

“Neyseki sözlüğünüz bize hoş olmayan şeyleri gizlemenin yolunu da sunuyor, Dr. Minor’ı tahliye edemem ama vatanına sürgün edilirim” cevabını aldığında, dünyalar onun olur. 

Eliza ile vedalaşma imkanı bile bulamayan Minor, dostuna: “Ona de ki… Söylersin sen!” diyebilir.

Emekçilerin sayısı günden güne çoğalır ve yapılan çalışmalar hızlanır. 

James Murray 1915 te ölene dek t harfine kadar her şeyi tamamlar. Dr. William Chester Minor’a Amerika’daki tedavisinde, şizofreni tanısı konulur. 1920’de evinde uyurken ölür. Sözlük son 4 harftedir. 12 ciltlik Oxford sözlüğü, başlandıktan 70 yıl sonra tamamlanabilir ve güncellenmeye devam eder.

***

Bir kitap mahiyetinde anlamlar barındıran “Deli ve Dahi” filminin ben de yaptığı çağrışımları ve düşündürdüklerini aktarmak için klavyemin başına geçtim. 

Bazen bir sözcük veya bir cümle, insanın hayatını değiştirir. “Sözün, büyü etkisi vardır” denilir. İyi de eder, hasta da… Murray’nin anlam dünyası ve kendine özgü ifadeleri, onunla aynı frekansta olanları tabir-i caizse çarptı. Bilhassa yazdığı çağrı mektubunun etkileyiciliği ve ruhlara dokunmasının ardında, hayallerini sanatsal/edebi ve sembolik bir dille resmedişi var. “Düşlemek, bilmekten daha mühimdir” der, Gürbüz Azak. Bunun düşlere sahip olmak ve peşinden gitmekle de ilgisi; kararlılık, verilen emek, yapılan fedakarlık gibi uzun da bir geçmişi var. Mektup bana, “gelenin kıymetini bekleyen bilir” sözünü de anımsattı. Böyle (çılgınca bir fikirden doğan) anlamlı çağrının değerini elbette onu bekleyen bilir ve anlar, düşleyen ve arayan kavrar. Muhtaçlık ölçüsünde nimet, kişiye ab-ı hayat olur, can verir ve harekete geçirir.

İnsan insandan etkilenir. İnsan insana ayna olur, ilham ve cesaret verir… Bazen unutulduğunuzu, işe yaramadığınızı ve anlamsızlığı hissettiğiniz anlarda biri size ulaşıp ilham olur. 

Hemen her insanın yaşadığı bir fenomen olan ve Jung’un “eşzamanlılık” adını verdiği kavram, ona göre, “iç duyarlılığın bilince yansımasıdır.” Bir bakıma mecburiyet durumlarında kişinin hazır ve nazır şekilde dikkatte kalışı, alıcı oluşu ve kabiliyetlerini konuşturması gibi. Neden-sonuç ilişkisi ile birbirinden bağımsız ve birbiriyle alakasız görünen olayların arasında bir bağ (temelde bir bütünlük) olduğunu düşündürür. Bu tarz rastlantılar “anlamlı birliktelikler” hayatın akışını, alınacak kararları, yapılacak planları, seçim veya tercihleri etkileyecek ve şekillendirecek öneme sahiptir. İnsan hayatında gelişime, köklü değişime, bireysel dönüşüme, yeni başlangıçlara ve nihayetinde kendiliğe/kendini gerçekleştirmeye varan misyonu da olabilir. Murray’nin çok ihtiyaç duyduğu bir anda, Minor’ın (Hızır gibi) yetişmesini buna örnek verebiliriz. Aynı şekilde Minor’a adeta çölde serap bulmuş gibi hissettiren ve iyi eden şey, mektubun zamanlamasıdır. Bütünde bir anlama (bireysel ya da kolektif potansiyelin işlenmesine, ihtiyaçlarına, problemlerine ve çözümlerine) hizmet eder niteliktedir. Tek tek olanın bütün ile, bütünün de teklerle bir/aynı oluşudur. Kişilerde iç dünyanın dışta yansıma bulması, bir ve beraber/uyumlu seyretmesi denebilir. Eşzamanlı olayların, hemen daima bireyleşme sürecinin önemli aşamalarına eşlik ettiği* kabul edilir. 

Murray’nin “hastalık, genellikle ilacın kendisi olur” ifadesi, benim de kişisel ve mesleki hayatımda gözlemleyip deneyimlediğim bir gerçeklik. Derdin yanında dermanın varlığı, problemin içinde çözümün bulunması gibi. Buradaki sırrı çözümleyebilmek her zaman kolay ve bilinçli de olmaz. Bireyde, bilinçdışı ve sembolik yollarla kendini gösterir, (yaşamdaki) akış için gerekli rotayı çizer. Kalbinin hastalığından yakınması, Minor’un psikolojik yapısını, anlam dünyasını yansıtan ve yaşadığı duygusal çatışmaların (sembolik) ifade biçimidir. Psikolojik kökenli bedensel şikayetlerimiz gün gelir, hikayelerimizde üstlendiğimiz roller ile çakışır ve formül değerinde birer anlam kazanır. Yolun sonunda eser/resim tamamlanır. 

Rumi’nin “acı acıyla iyileşir, aşk daha büyük bir aşkla” dediği bir manayı da hatıra getiren Minor’ın hikayesinde, “sözcükler” üzerine yaptığı çalışmaları, onun aşkın duygularını ve mevcut enerjisini kanalize etme imkanı bulduğu bir mecra, yaşamın zorluklarını da hafifleten bir kazanca dönüşür. Eliza’ya olan ilişkisi iyi resim yapmasına, Murray ile dostluğu ise yazmasına bir aracı ve kaynak olur.

“Bazı dahiler delidir. Ama her deli dahi değildir.” Pablo Picasso.

Delilik ve dahilik sıkça karşılaştırılan iki kavram. Sanatçı ruha sahip insanlar, hayal güçleri ve anlam dünyalarının zenginliğinin etkisiyle madde ile mana, bilinç ile bilinçdışı arasında sıkça ve kolaylıkla gezinirler. Aradaki ince çizgi, her dahinin dehasıyla kolay baş edemediğini de gösteriyor bize. “Düşünen şarkılar” adlı albümde yer alan eserleri dinlediğimde, “delilik ve dahilik” kavramlarını bir kez daha sorgulama ihtiyacı hissetmiştim. Akıl hastanesinde ya da değil, yetenekli ve üretken bireylerin ortak yanları olan sanatsal uğraşları/yönelimleri, kişilikleri hakkında ipuçları ve mesajlar da taşıyor. 

Son olarak değinmek istediğim; bilincimiz kadar bilinçdışımız da etkileşim ve iletişim halinde. Özellikle kolektif bilindışı sayesinde bizden uzak (geçmiş/gelecek) farklı kültür, coğrafya, dil, inanç, iş/uğraştaki kimselerle de umulmadık anda ve konuda bir araya gelmiş ya da aynı çizgide bulabiliriz kendimizi. Benlik bütünlüğümüzü korumak, sosyal benliğimizi yapılandırmak ve geliştirmek için adeta etrafımıza çekebiliriz kendimiz gibileri.


* İnsan ve Sembolleri / C. Gustav Jung

Paylaş...