“Müziğin gücünü asla hafife almayın. Müzik ve yalnızca bir nağme, bir kalbi değiştirecek güce sahip.”
Ergenliğe adım attığı yaşlarında kendini tanımaya, yaşamdaki rolünü sorgulamaya ve hayatta anlam bulmaya başlayan Miguel, “bazen lanetlendiğimi düşünüyorum, ben daha doğmadan çok önce yaşanan bir şey yüzünden…” der ve böyle düşünmesine neden olan geçmiş hikayesini aktarır:
“Büyük büyük büyükbabam müzisyenmiş. Ailesi ile şarkı söyler, dans eder ve şükrederlermiş. Bütün dünyaya çalma hayaliyle gitarını alıp evden ayrıldığı bir gün, bir daha dönmemiş. Giden müzisyenin ardından karısı Imelda’nın ağlayacak zamanı yokmuş, müzikle ilgili her şeyi hayatından çıkardıktan sonra, kızına bakmanın yolunu bulmuş. Kollarını sıvamış ve ayakkabı yapmayı öğrenmiş. Büyüdüğünde kızı Coco’ya ve damadına öğretmiş. Sonra torunlarının da ilgisini çekmiş. Müzik, ailesini paramparça etmiş olsa da ayakkabı bir arada tutmuş…”
Miguel’in ait olduğu toplum ve kültürün de etkisiyle, aile bağları çok kuvvetlidir. Anne-babası, büyükannesi ve büyük büyükannesi Coco ile birlikte yaşarlar. Miguel, Mama Coco’yu ayrı bir sever ve onunla çok şey paylaşır. Dante ismini verdiği sokak köpeği ise en yakın dostudur. Aile büyükleri, onun ayakkabı ustası olup aile geleneğini devam ettirmesini isteseler de o, müziğe aşk duyar. Oysa aile genelinde müzikle uğraşmak yasaktır ve Miguel’in, müzisyenlerin çokça bulunduğu şehir meydanında vakit geçirmesini dahi istemezler. Ayakkabı boyamak için gittiği meydanda hayallerini paylaştığı bir müzisyenden, “yerinde olsam aileme, ben bir müzisyenim buna alışın derdim” öğüdünü alır.
Miguel, bu yıl ki “Ölüler Günü”nde bir yetenek yarışması düzenleneceğini öğrenir. Yarışmaya katılıp gitar çalmak ve müzikle uğraştığını herkese duyurmak ister. Ölen aile üyelerinin ruhlarının yakınlarını ziyaret ettiğine ve böylelikle tüm ailenin bir araya geldiğine inanıldığı “Ölüler Günü”nde ruhların, yaşayanlar diyarına geçebilmeleri için evlerinde fotoğrafları yer almalıdır. Kapı önlerine döşenen kadife çiçeği yaprakları, atalarına evlerinin yolunu gösterir. Onların sevdikleri yiyecekleri, eşyaları ve yaptıkları eserleri sunak odasında sergilerler. Büyük büyük büyükbabanın ruhu gelemesin ve hiç hatırlanmasın diye aile fotoğrafında kafası koparılmıştır, adı da bilinmez ve anılmaz. Yalnızca yaşlı Mama Coco babasını sayıklamaktadır.
“Müzik lisanım, dünya ise ailem.”
Miguel’in “müziği sevmemem gerekiyordu biliyorum ama bu benim değil, onun suçu” dediği Ernesto de la Cruz, yıllar önce yaşamış ve ünü devam eden yerli bir müzisyendir. Büyük hayranlığı sayesinde onun hikayesini ve eserlerini ezbere bilir. En beğendiği şarkısı da, “Hatırla Beni”dir. Bazen onunla aralarında bir bağ varmış hissine kapılır. Sanatçının resimlerinden ve eserlerinden oluşan küçük bir sunak hazırlar evin kuytu köşesine. Miguel, orada el emeği ile gizlice yaptığı gitarını çalmayı de la Cruz’u taklit ederek öğrenir ve “keşke birisi beni dinlemek isteseydi!” diye de yakınır.
“Şarkı söylemek zorundayım. Çünkü bu sadece benim içimde değil, tamamıyla ben’im.”
Festival hazırlığı sürerken köpek Dante, Mama Coco’nun bulunduğu aile fotoğrafını düşürür. Miguel parçalanan çerçevedeki fotoğrafın katlı kısmını fark eder. Gitar, de la Cruz’un gitarının aynıdır. Onun, büyük büyük büyükbabası olduğunu düşünür ve gördüklerini sevinçle ailesine anlatır. Büyükannesi, “sonun, unutulmuş ve aile sunağından dışlanmış o adam gibi mi olsun istiyorsun? Sana sert davranıyorum çünkü seni umursuyorum” diye çıkışır. Miguel, “aptal bir sunakta olup olmamak umrumda değil” deyince, büyükanne gitarı kırar. Bu kez babasına, “ailemin bana yol göstereceğini söyleyen sendin, o benim ailem, müzik yapmam gerekiyor” der ve koşarak evden uzaklaşır. Meydandaki yarışmaya katılmak için bir gitar bulamayınca, de la Cruz’un anıt mezarına gider. Onun gitarını bulunduğu yerden alıp tıngırdattığında, anıttaki çiçeklerin yaprakları uçuşmaya başlar. Miguel, iki dünyayı birbirine bağlayan kadife çiçeği yapraklarından oluşan köprüden geçerek, kendini bir anda ölüler (atalarının) diyarında buluverir. Köpek Dante de yanındadır. Orada ölmüş aile üyeleriyle karşılaşır. Akrabaları onu, o da akrabalarını fotoğraflarından tanır.
Fotoğrafı sunakta yer almayanlar, geçiş yapacakları sırada bilgisayar ekranında hatırlandıklarını doğrulatmalıdırlar. Bu gerçekleşmediğinde, “unutulmuş olamam, bu şeytan kutusu bozuk ve güvenilmez” diyerek makineyi suçlarlar. Aile birleştirme departmanındaki dosyalara bakan ve Miguel’in konusunu anlamaya çalışan görevli, “Ölüler Günü, ölülere vermenin/bağışın olduğu bir gün, sen ise onlardan aşırmışsın, bu yüzden lanetlenmişsiniz” der. Aile lanetini geri almanın yolu, onlardan hayır dualarını/rızalarını almaktır. Mama Imelda durumu öğrenince, asla müzik yapmaması şartıyla rıza verir. Miguel, yaşayanlar diyarına döner dönmez gitarı alıp yarışma meydanına gitmek ister ancak şartı bozduğu için lanet devam eder ve yeniden ölüler diyarına geçer. Mama Imelda’ya, “hayat benim, siz kendinizinkini yaşamışsınız. Müzisyen olmak istiyorsam bir müzisyenin rızasını almalıyım” deyip, de la Cruz’u aramaya çıkar.
Miguel, geçirdiği macera dolu “Ölüler Günü” gecesinde aile hikayesiyle ilgili önemli bir hakikati de ortaya çıkarır. Gerçek büyük büyük büyükbabası Hector Rivera ile tanışır. Birlikte çalıp sahne aldıkları de la Cruz’un onu bestelerine sahip olmak için zehirlediğini ve bu nedenle evine geri dönemediğini öğrenir. Hector, tümüyle unutulmak üzeredir. Bir tek hatırlayacak ve hikayesini anlatacak kızı Mama Coco vardır. O ise çok yaşlıdır. Hector, “keşke kızımı görebilseydim, onu çok sevdiğimi söyleyebilseydim, baban eve gelmeye çalışıyordu deyip özür diyebilseydim. Ona yazdığım bir şarkı vardı. Birbirimizden ne kadar uzakta olursak olalım, her gece aynı saatte söylemek üzere sözleşmiştik. Onunla bir daha söylemeyi ne çok isterdim” deyip şarkıyı mırıldanır…
“Beni hatırla
Demek zorunda kalsam da ‘elveda’
Beni hatırla
Müsaade etme seni ağlatmasına, çok uzaklarda olsam da
Tutup seni kalbimde, söylerim bu gizli şarkıyı sana
Ayrı kaldığımız her akşamda
Beni hatırla
Seyahat etmek zorunda olsam da uzaklara
Beni hatırla
Her zaman hazin bir gitar duyduğunda, seninle olduğumu anla
Olabileceğim tek yolla, oluncaya kadar tekrar kollarımda
Hatırla beni”
Bu, Miguel’in de la Cruz’dan dinlemeyi en sevdiği ve ezbere bildiği şarkıdır.
Ölüler diyarı, anılarla varlığını sürdürür. Hatırlamak üzere, fotoğrafları sunağa konulmayanların yahut adak sunulmayanların gidecek evleri ve yerleri yoktur. Anılar, hayattayken onları tanıyanlar tarafından nesilden nesile aktarılmalıdır. Masallarında ölenlerden bahsetmelidirler. Aktaracak kimse kalmadığında burada da yok olur ve tümüyle unutulurlar, bunun adına “nihai ölüm” denir.
Ailesinin trajik öyküsünü dinleyen Miguel’in yardımını istediği Mama Imelda, gerçeği öğrense de öfkelidir. “Onu affetmek zorunda değilsin ama bu onu unutmamız gerektiğini göstermez” der Miguel. Mama Imelda, “ailemi yıllar boyu yaptığın hatadan korumaya çalıştım. Seni affedemem ama yardımcı olabilirim” diyerek kocası Hector’a serzenişte bulunur. Miguel, ailesinin her şeyden önce geldiğini söyleyip, müziği bırakma şartıyla da olsa dönmeyi razı gelir.
“Uyandığımda ölmüştüm.”
Ölüler diyarında “Gün Doğumu Gösterisi” adı verilen ve “Ölüler Günü”nün sona ermesini haber veren etkinlikte, Mama Imelda ve Hector’un aynı sahneyi paylaşacakları bir ortam oluşur. Hem birbirlerine, hem de müziğe olan aşkları canlanır. İçlerindeki cevher hala ışıldamaktadır. Mama Imelda, uzun yıllar sonra şarkı söyleyebildiğinde büyük heyecan duyar ve bu hissi unutmuş olduğunu ifade eder. Müzikle yeniden barışır. Şartsız bir rıza verdikleri torunları, günün ilk ışıklarında yaşayanlar diyarına geri dönebilir. De la Cruz’un anıt mezarının yanındadır. Anıttaki gitarı aldığı gibi Mama Coco’ya koşar. Ona “Hatırla Beni” şarkısını söyleyerek babasını unutturmamayı başarır. Mama Coco tepki verir ve şarkıya eşlik eder. Miguel aileye bütün gerçeği anlatır. Mama Coco babasının gönderdiği şiir, mektup ve fotoğrafları sakladığı defterini çekmecesinden çıkarır. Bu çağrışımlarla birlikte canlanan anılarını paylaşır. Hector’un fotoğrafı da artık sunakta sergilenmektedir. De la Cruz’un anıt mezarı ise Hector için yeniden yapılandırılır. Bir sonraki yıl, “Ölüler Günü”nde tüm aile Miguel’in evinde bir aradadır. Miguel, yeni doğan kardeşini kucağına alarak sunakta yer alan akrabalarını tanıtır. “Kendilerini hatırlamamız için onlar bize güveniyorlar” diye de öğütler. Mama Coco ölmüş ve atalarına kavuşmuştur. Fotoğrafı da sunaktaki yerini alır.
Miguel bundan böyle müzikle özgürce uğraşır. “Ölüler Günü”nde tüm zamanların en iyi müzisyeni ve ailenin hazinesi olan büyük büyük büyükbabası’nın gitarıyla şarkılar söyler. Yaşayan ve ölen aile üyeleri de dans ederek ona eşlik ederler.
***
Hikayesini on iki yaşındaki Miguel’in gözünden seyrettiğimiz müzikal animasyon türündeki sinema filmi “Coco”yu, çocuklardan ziyade biz yetişkinlerin izlemeye ihtiyacı var. Sanatın, bilhassa sinemanın zor, hassas ve bir o kadar da önemli konuları, nasıl ince ince işlediğine, acıyı tatlıya bağlayabildiğine, hikayenin özünü, resmin bütününü gösterebildiğine bir kez daha şahit oluyoruz bu film ile.
Çocukluktan ergenliğe geçiş, kimlik arayışları, kontrolü güç dürtüler, aykırı duygu-düşünce veya söylemler, bireyleşme; aileye, köklere duyulan ihtiyaç, soyumuz ve geçmişimizle bizi bağlayan sırlar; kişisel-kolektif kaynaklarımız, nesiller boyu aktarılan yetenek ve potansiyellerimiz; kültür ve değerlerin, mitlerin, masalların, kahramanların, efsanelerin varlığı/gerçekliği; an’ı yakalamanın, hayallerinin peşinden gitmenin önemi, varoluş ve ölüm gerçeği…
İnsan, öldüğünde mi unutulur?
(Hayatta veya değilken) unutulduğunda mı öldüğünü bilir ve hisseder?
Ardında bıraktığı miras, anılar, hediyeler, eserler, öğretiler tüm hafızalardan silindiğinde, insanın “gerçek” bir ölümün ötesine geçtiğini ve her ölümün, bir başka doğumun da müjdecisi olduğunu düşündüren film “Coco”.
Her toplumda ve her ailede olduğu üzere, Miguel’in ailesinde de etkili olan varlığını sürdüren adetler, gelenekler, inanış biçimleri ve ritüeller var. Ortak algılar, yanılsamalar, yansıtmalar, ön yargılar, değer yargıları ailenin kendi gerçeğine, kolektif bilince özgü şekillenmekte. Düşlerin, sembollerin, imge ve motiflerin bir de mevcut potansiyelin, yönelimlerin, zihniyet ve inançların özü kuşaktan kuşağa yayılmakta. Örneğin: Müzik, aileyi paramparça etmiştir. Ayakkabı (ata mesleği), aileyi bir arada tutmuştur. (Evini terk eden adamın yaptığı) müzik, bir lanettir. Tüm ailede müzik yapmak ve dinlemek yasaktır. Ölmüş birine ait bir şey çalmak, lanetlenmeye sebeptir. Kişi, geçmiş hikayesindeki kahramanların günahı/hatası yüzünden lanetlenmiş olabilir. Ruhsal rehberlik yaparak kişiye yardım eden ve doğa üstü güçlere sahip yaratıklar/hayvanlar, gezgin ruhların yolculuklarındaki rehberleridir veya uzak ruhları taşır/getirirler. Bir sokak köpeğine isim takıldığında, sonsuza kadar sahibinin peşini bırakmaz. Bilgisayar gibi teknolojik aletler, şeytan kutusudur ve güvenilmezdir.
Ruhsal rehber köpek Dante (ve Alebrijeler); zaman zaman sahibinin başını derde sokan, adeta bir “gölge” gibi eşlik eden kahraman rolünde. Miguel’e kendi gerçekliğini bulması için yol gösterip yardım eden bir yoldaş aynı zamanda. Bu ilişki, insanın doğa/hayvanlar ile kurduğu bağın da bir yansıması niteliğinde.
Geçmiş hikayelerin şimdiki zamana etkisi büyük. Ailelerde erken evlilikler, kayıplar, ayrılıklar, göçler, genetik hastalıklar, verilen lakaplar gibi tekrarlanan hikayelerin her biri birer iz ve bir ip ucu değerinde. Çiftlerin tanışma öyküleri, kahramanlık ve başarı hikayeleri, korkutma/kaçındırma masalları, saklanan sırlar, yüzleşilmeyen tabular, travmalar, konuşulmayan konular, görüşülmeyen insanlar veya yarım kalan davalar… Bazı ailelerde, bazı olaylar ve konular (hiç yaşanmamış gibi) konuşulmaz, hatıra getirilmez. Bazı insanlarla görüşülmez, bir araya gelinmez. Bazı meslekler/görevler kabul görmezken, bazıları kutsanır. Ailedeki erkekler hemen hemen aynı tarz kadınlarla evlenir ve kadınlar hakeza… Aldatmalar, evlat edinmeler, boşanmalar ya sık rastlanır ya da akla dahi getirilmez. Aile içi ilişkilerdeki ve yapılan evliliklerdeki roller, (açık ya da örtülü şekilde) pozisyon alışlar birbirini takip eder, gölgeler…
Aile dinamikleri, kişinin düşünce ve eylemlerine tesir edip yön verir. Aileden/köklerden getirdiğimiz biyolojik ve psikolojik aktarımlar, yansımalar, izler zaman zaman sıkışmalara, dağılmalara, duygusal çökmelere neden olur. Bireyler almak istemediği rollere, pozisyonlara direnç gösterip arıza çıkartmaya başlar ve çatışmalar yaşanır. Bunlar doğal ve gerçekleşmesi beklenen süreçlerdir.
“Doğuştan getirdiğimiz ve psikolojik yapımızın bir parçası olan kolektif bilinçdışı, geçmişimizle ilgili çok sayıda resim ve sembolün izdüşümlerini taşır. İçinde doğduğu dünyanın genel bir imgesi doğar doğmaz insanın içinde vardır. İçsel imgelerinin karşılığı olan nesneleri dış dünyasında tanıdıkça imgeler, kişide bilinçli gerçeğe dönüşürler. Jung’a göre, ‘tek bir kişi bile böylelikle tüm insanlıkla bağlantıda olabilmektedir.’ Birey, geçmişiyle, çocukluğu, soyu ve tüm insanlık ile bağlantıdadır ve bazı benzer davranışların nedeni olan eğilimler ve gizilgüçler, algıda seçicilik ve motivasyona sahiptir. Simgeler (içgüdüsel-ruhsal) enerjiyi, manevi ve kültürel değerlere kanalize ederler. Sanat, felsefe, din (inanç) biyolojik dürtülerin değişime uğramış anlatımlarıdır. Aile hikayelerinde belli ölçüde değişen, gelişen, dönüşen, yenilenen değerler, alışkanlıklar, prensipler, yasalar ve mitler özdeki rengi/manayı koruyan bir döngüyle nesilden nesile aktarıma devam eder.”
Bireyler, bütünün içerisindeki yerini alma, geçmiş hikayeyi/resmi tamamlama içgüdüsü ve motivasyonuna sahipken, hayattaki rolünü, görevini de yerine getirme arzusu/ihtiyacı taşırlar ve bu yolda anlamlı bir mücadele verirler.
Kabiliyetlerimiz, kişiliğimizi/kimliğimizi en iyi şekilde tarif eden özelliklerimizden. Dış dünyaya bizi tarif ederken, bize de ‘bizi’ tanıtırlar. Bireyleşme ve kendini gerçekleştirme yolunda potansiyel yeteneklerimizi er-geç ortaya çıkarmak ve geliştirmek bize düşer. Bunun için geçmiş hikayemizi bilmek, iç dünyamızı tanımak ve hayatımızı anlamlandırmak; düşlere sahip olmak, sezgilere dikkat ve iç sese kulak vermek de gerekecektir.
Yeteneklerin, performansın ve gayretlerin, çevresi tarafından destek bulması kişide özgüveni, üretkenliği, yaşama sevincini ve hayat kalitesini artırır. Miguel, müziğe olan yatkınlığını fark edip üzerinde çalışırken, “keşke birisi beni dinlemek isteseydi” der. Bu sadece sanatçı ruhu taşıyanlara değil, herkes için hafife alınmayacak kadar mühim psikolojik bir ihtiyaçtır.
Paylaşmak; insanı beslerken, beslenme kaynağı haline de getiren “değerli” bir davranıştır, ta ki kaynak kesilene, çeşme kuruyana, yağmur dinene dek…
Elbette ölenle ölünmez ve ortak hikaye kaldığı yerden devam eder. Her giden, bir parçasını bırakır ardında. Belki de ölümsüzleştirmek istediği yanını. Bir dilek, hatıra, not, söz, şiir, resim veya beste… bazen de açıktan bir istek ve vasiyet.
“Coco” bana üniversite yıllarımda, Moskova metrolarından aklıma kazınan bir sözü de hatırlattı: Vatana sevgi, aile ile başlar. (Francis Bacon). Film’de etkileyici biçimde işlenen ve evrensel önemdeki konu elbette ‘aile’ iken, bir diğeri de ‘müzik’.