Camille Claudel, 1915

1864 Fransa doğumlu heykeltraş Camille Claudel’in, eğitmeni ve sevgilisi Auguste Rodin ile on beş yıl süren ilişkileri, 1895’de son bulur. Camille’in Paris’teki atölyesinin kapatılmasından on yıl sonra (1913) akli sorunları nedeniyle ailesi tarafından akıl hastanesine yatırılır. Camille Claudel’in tıbbi kayıtlarından ve kardeşi yazar Paul Claudel’le yazışmalarından esinlenilerek yapılan film, Camille’in hastanedeki yaşamını konu edinir.

Zehirlenme hezeyanı olan sanatçının, kendi yemeğini hazırlamasına izin verilir. Camille, kendini iyi hissettiğinde, eline kağıt-kalem alıp çizim yapmaya çalışır fakat (psikosomatik nedenlerle) kolunun tutmadığını görür. Bahçede dolaştığı zamanlarda yerden aldığı çamura şekil vermeyi dener ama yaşadığı travmaların etkisi sürmektedir ve elindekileri bir anda yere fırlatıp vazgeçer. Sık sık kiliseye gider, incil okur, işine geri dönebilmek için dua, pişmanlıklarına tövbe eder ve her şey için şükreder. 

Genç ve iyi kalpli bir hemşire aracılığıyla, akrabalarına mektup gönderip onlarla haberleşmek ister. Mektuba: “Sizinle iletişime geçmeye çalıştım lakin yolu yok, suçlu gibi gözetimdeyim. Bu mektup elinize ulaşacak mı bilmiyorum. Önce bir akıl hastanesindeydim. Sonra savaş nedeniyle atölyemden alınıp, bu korkunç yere kapatılmış olmamın bana ne kadar acı verdiğini tahmin edersiniz. Başlarda kuzenim çıkarmaya çalıştı ama artık ondan hiç haber alamıyorum. Bir gün buradan çıkma ümidimi kaybetmiş değilim” diye yazar, ancak yanıt alamaz.

Camille, rutin kontrollerinden birinde doktoruna: “Neden burada olduğumu bilmiyorum. Bu komedi daha çok sürecek mi? Bir suçlu gibi hapsedildim. Daha da beteri, ne bir avukat ne de ailem bu cehennemden çıkmama yardım ediyor. Özgürlükten mahrum edildim ve ateşten, yemekten, en temel ihtiyaçlarımdan… İstediklerini yaptırdılar, akrabalarım bile terk etti. Şikayetlerime karşı tek cevapları sessiz kalmak, bu şekilde terk edilmiş olmak çok korkunç. Beni ezen bu acıya dayanamıyorum artık. Annemle kız kardeşim, beni tamamen buraya hapsettiler. Ne mektup, ne ziyaret. Buradan hiç çıkamama mı istiyorlar. Biliyorum, mirasımı da alırlar. Peki neyle suçlanıyorum? Yalnız yaşamış olmakla mı? Ömrümü kedilerle geçirmiş olmakla mı? Eziyet etmek hoşlarına gidiyor. Anlaşılan atölyemi ele geçiren o kibar beyler, bütün eserlerimi almış ve beni çok uzun süre hapiste tutmak istiyorlar. Onların yüzünden bir suçlu hayatı yaşayan bu zavallı kadını bitirme isteğindeler. Cinayeti hatırlatan bu hayaleti. Beni çıkarmalarının tehlikesi olmaz ki… Rodin hepsini kontrolüne almış, atölyemi ele geçirmek için onları kullandı. Onun izni olmadan hareket edemiyorlar. Her şey çok önce ayarlanmış, ben hiçbir şey yapamayım diye. Uzun süre evimden çıkamadım. Ne zaman evde olmasam, birileri defterlerimi karıştırıp taslaklarımı alıyordu. Rodin, senelerdir yaptığı işi hepsine öğretmiş. Onları suç ortağı ve mazeret olarak görüyor. Benim talepte bulunacak halim yok. O kadar güçlü değilim baksanıza. Her zamanki huzur içinde yaşamak beni çok mutlu edecek. Buradaki yaşam bana hiç uygun değil. Benim için çok zor. Ne olur beni serbest bırakmak için ne gerekiyorsa yapın. Bu kadar açık konuştuğum için kusuruma bakmayın.” 

Camille’i dinleyen doktorun kısa değerlendirmesi (paranoyanın devam ettiği düşüncesiyle): “Diğer yandan, bay Rodin’le ilişkiniz biteli yirmi sene oluyor” olur ve bir sonraki görüşme için randevu verir.

“İnsanlıktan çıktım artık. Bu yaratıkların sesine dayanamıyorum. Midemi bulandırıyorlar” diyerek, kaldığı hastane şartlarından ve hastalardan şikayet etse de Camille yardımsever bir kadındır ve hastalara çoğu zaman merhametle yaklaşır. 

Filmde kardeşi Paul’un yazıları ise dramatik hikayenin özeti sayılabilir: “Çok yakın olduğum biri de sizinle aynı suçu işlemişti. İki senedir bir akıl hastanesinde cezasını çekiyor. Ölümsüz bir ruhtaki çocuğu öldürmek, korkunç bir şey… Böylesi bir suç işlediğinizi bile bile, nasıl yaşıyor ve nefes alıyorsunuz? Zavallı ablam Camille’i ziyaret edeceğim. İçten içe ikna oldum ki, delilik denen çoğu hadisede olduğu gibi onunki de gerçek bir çılgınlık. Şaşırtıcı olan, deliliğin kendini iki benzer şekilde göstermesi. Ya kibir ya da korku. Yani büyüklük sanrısı ya da eziyet sanrısı. Çok büyük bir sanatçıydı. Kibri ve olayları küçümsemesiyse, sınırları aşıyordu. Yaşı ve talihsizliği ile bunlar çok daha kötüye gitti. Ben de ablamın öfkesini almışım. Ancak biraz daha yumuşak ve hayalperestim. Tanrı’nın lütfu olmasa, benim hikayem de onunkinin aynı, belki daha da kötüsü olurdu… Paul Claudel.”

Kardeşinin mektuplaşma ve yaptığı ziyaretlerle kendisi ile irtibatta kalması, Camille’in hayata bağlanmasını ve yaşama sevincinin devamını sağlar. Ziyaretlerinden birinde ablasının, “ağlamalar, burun çekmeler, kahkahalar dayanılmaz. Anne-babalarının bile katlanamayacağı yaratıklar onlar. Ben neden buradayım? Götür beni. Beni hapsetmeye çalıştılar” demesine, “annem, kardeşim ve ben ne yapıyoruz sanıyorsun? Hepimiz daha iyi olmanı istiyoruz. Savaştayken en iyi yerde bakılmanı sağlamaya çalışıyoruz” diye karşılık verir Paul.

Camille: “Annemin müdüre büyük miktarda para gönderdiğini öğrendim. Bence çok iyi de yaptı çünkü onun iyi bir itibarı vardır. Hayırseverdir. Tıpkı rahibeler gibi. Beni sakinleştirmek istediğini biliyorum Paul, büyük paralar harcadın, benim için çok uğraşıyorsun. Bakman gereken dört çocuğun var. Otellerde kalıyorsun, çok fazla masrafa giriyorsun. Nasıl yapıyorsun bilmiyorum, ben yapamazdım. Burada yaşamak çok zor. Kurallar ve belli bir yaşam şekli var. Çok fazla gürültü var. Bir gün eve dönmeyi çok istiyorum. Annemle yaşamak istiyorum. Beni buradan neden almadığınızı anlamıyorum. Burada birinci sınıf olmak dayanılmaz. Üçüncü sınıf olmayı tercih ederdim. Ama idare ediyorum işte. Para hiç bir işime yaramıyor. Beni başka bir yere göndermelerini söyleyebiliriz müdüre. Burası soğuk oluyor. Anneme beni görmeye gelmesini söyle. Onu bir kez daha görmeyi çok istiyorum. Söyleyecek misin? Hızlı trenle gelirse hiç yorulmayacağını söylüyorlar. Bunu yapabilir. Karın da, diğerleri de beni görmek istemiyor. Ben yine de onları görmeyi umuyorum. Seni kışkırtıyorlar Paul. Arkadaşın, bütün eserlerimi o aldı. Benim küçük atölyem, basit mobilyalarım, küçük evim ve aletlerim iştihalarını kabarttı. O milyonerler, savunmasız bir sanatçının üzerine çullanıyorlar. Benden çok paraları vardır. ‘Hayal gücü, isyan, yenilik öngörülemezlik’ gelişmiş bir ruhtan çıkan bu özelliklerse, onlara uzak. Beyinsizler, kalın kafalılar… Işığa sonsuza dek kapalılar. Onlara bu ışığı sağlayacak birine ihtiyaç duyuyorlar. Söylemişlerdi de, ‘konularımızı bulmak için bir deliden faydalanıyoruz’ diye. Hiç değilse minnet duyup yeteneğinden faydalandıkları zavallı kadına bir bedel ödeyebilirler herhalde? Kadının suistimal edilmesi bu. Ecel terleri dökmemi istiyorlar. Rodin… şeytan ruhlu Rodin… hep tek amacı vardı benim olanı çalmak, ondan daha başarılı olurum diye korktu. Ömrü boyunca, hatta ölümünden sonra pençelerinde olayım istedi. Mutsuz olmamı istedi, şimdi mutsuzum. Bu esaretten bıktım artık. Sadece evimde olup, kapıyı kapatmak istiyorum. Sen diyeceksin ki Tanrı iyidir, Tanrı zor durumdakilere merhamet eder. Beni akıl hastanesinde çürümeye bırakan Tanrı’dan bahsediyoruz…” 

Paul: “Tanrı deneyime izin verir Camille. Elini çeker. Bilgeliğinin sırlarını onaylamak için günah işlememize izin verir. Bizim tereddütlü ve karışık zihinlerimizdeki bu sırlar, bizi ikna etmeye yetmez…” 

Camille: “Asıl gerçek; hepsi beni heykeltraşlığa zorluyor. Bunu yapamadıkları için de beni bıktırmak istiyorlar ama bu olmayacak. Tam tersine, söz ver bana Paul, benimle ilgilenecek ve beni terk etmeyeceksin. (Kardeşi, yirmi senedir her sabah ve akşam onun adına dua ettiğine yemin eder.) Ben kanımdaki zehir yüzünden hep hastayım. Bedenim yanıyor. İlacı veren o, Rodin. Çünkü atölyemi almak istiyor. Belki savaş bitince yanınıza dönerim ha?”

Paul, Camille’in doktoruyla da sohbet eder: “Ne korkunç bir acı doktor. Sanattan kötü meslek olamaz. Yetenek bedelini ödetiyor. Ne yaşam… ne acı… Sanat kabiliyeti, son derece tehlikeli bir kabiliyettir. Çok az kişi direnebiliyor buna. Sanat, zihnin daha çok vahim becerilerine, hayal gücüne ve hassasiyete hitap eden bir şeydir. O da bir insanın dengesini kolayca bozabilir ve tüm hayatını mahvedebilir. Ablam, Rodin’in onunla evlenmeyeceğini öğrendiğinde otuzundaydı. Etrafındaki her şey çöktü. Mantığı buna dayanamadı. Bilinçli yaşamı sona erdi. Yeteneğine rağmen hayatı yenilgi ve acılarla dolu.”

Doktor: “Evet ablanız sürekli acı çekiyor, zehirlenmekten korkuyor. Ama artık sakin ve uysal. Burada çok sıkılıyor. Paris’e yakın yerde olmayı, köyde tek başına yaşamayı istiyor ve bana göre de dileğini yerine getirmenin zamanı gelmiş olabilir.”

Son yirmi dokuz yılı hastanede geçen Camille yetmiş dokuz yaşında, akıl hastanesinde (1943) ölür. Hastane tarafından ortak mezar odasına gömülür ancak cesedi hiçbir zaman bulunamaz. Kardeşi Paul hastanesinde yapılan cenaze törenine katılmaz. Ölene dek (1955) ablasını ziyaret eder. 

***

Heykeltraş Camille Claudel’in sıradışı ve üzücü bir öyküsü var. Bana etkileyici gelen, trajik bir sonla biten bu hikayenin (sinema diliyle aktarılmak üzere) akıl hastanesinde geçen yıllarının seçilmesi. Üstelik, “genç dahi” olarak tanınan kültürlü, çalışkan, yaşam dolu aynı zamanda mağrur, bencil ve hırslı kişilik yapısındaki sanatkar bir kadının, erken dönemde yaşadığı psikolojik travmalar ve sosyal olayların/tercihlerin etkisiyle, ilerleyen yaşlarında derinden hissettiği belirsizlik, kaygı, korku, öfke, şüphecilik, çaresizlik, anlamsızlık, değersizlik, pişmanlık, yorgunluk ve her şeye rağmen ümit, beklenti, inanç gibi insani duygular… (Acı) gerçeğiyle yüzleşebilmek için, “direnç ve kabul” aralığında yaşadığı git-geller…

Filmde, çözümlenmemiş iç hesaplaşmalara, ilişkide yaşanan ego çatışmalarının ve rekabetin de eşlik ettiği hazin sonucu görmek mümkün. Camille’in kendi gibi üstün yetenekli bir sanatçı ve tecrübece/yaşça büyük olan Rodin’e beslediği hayranlığı ve saplantısı, kendi benliğinin sonunu getirir. Rodin’in kendisine duyduğu zaafın ve ihtiyacın varlığı da, sosyal ilişkileri ve psikolojik bağışıklığı daha zayıf olan Camille için hüsran sebebidir. Başlangıçta tutku ve bağlılık şeklinde yaşanan bu kontrolü güç duygular, kolaylıkla kıskançlığa ve düşmanlığa dönüşüverir. 

Paul’un sözünü ettiği “kibir; sınır tanımazlık ve empati yoksunluğu ile büyüklük sanrılarını, korku da; paranoya ve yüksek öfke ile eziyet sanrılarını” doğurabilir. Her ikisinin ortak yanı, saldırgan davranışlarla kendini göstermesidir.
Paul’un, ablasını tanımlarken “sanat kabiliyeti, insanın dengesini kolayca bozabilir ve tüm hayatını mahvedebilir” demesi ise, içinde bulunduğu dönem, kültür, inanç ve değerler itibariyle geliştirdikleri kabul ve önyargı, Camille hakkında sorumluluktan kurtulma ve vicdan rahatlığı için de bir çeşit savunma mekanizması, denebilir.

Bir sanatçının hayatta bulduğu anlam olan sanatını, yaşadığı dünyaya yansıtma arzusu ve çabası, yaşam ile arasındaki kuvvetli bir bağı sayılır. Camille’in hayatında bu bağın birdenbire sona ermesi, günlük rutininden ve alışkanlıklarından uzak kalması, bunun yanında toplumdan soyutlanmış, yakınları tarafından (ummadık şekilde) dışlanmış olması da ayrıca travma nedeni iken, ölümüne dek kaybetmediği yaşam mücadelesi ve sahip olduğu umudu, sevabıyla-günahıyla geride bıraktığı geçmişi içerisinde bir ders niteliğinde.

Camille Claudel’in ardında kalan, okuyabilen için her dokunuşu birer anlam ifade edecek ‘duygu-düşüncelerinin yansıması ve taşıyıcısı’ sanat eserleri olur…


Camille Claudel biyografi: www.biyografi.info/kisi/camille-claudel

    Paylaş...