Şarkılar rüyalar gibidir, sesten büyülü bir dünya kurar ve bizi alıp zihnin ve kalbin bu anlam âleminde dolaştırır. Müzik, ses tarlasından derlenmiş bir buket gibi ruha sanki çiçek kokuları sindirir. Bazen insan bir rüya görür ve bu rüyasını anlatmak, sırlarını ve mesajlarını çözmek ister ya işte bu yazıda ben de bir şarkının anlam bahçesinde dolaşmak ve o rüyayı tasvir etmek istiyorum.
Rastgele açtığım bir radyoda dinledim o şarkıyı. Bu şarkıyı daha önceleri de defalarca dinlemiştim ancak bu sefer belki ilk defa içine girdim bu melodi bahçesinin. Bir Sezen Aksu şarkısı, adı Gidemem. Şöyle diyordu o şarkı:
Bazen; daha fazladır her şey… Bir eşikten atlar insan. Yüzüne bakmak istemez yaşamın. O kadar azalmıştır anlam!
Hedefe ulaşıldığında kaybolan tutkular vardır. Yaklaştıkça silinen, ama uzaklaştıkça heybet kuşanan siluetler gibi bazı hayaller yaklaştıkça anlamını yitirir. Mesela bazı dağlar böyledir, yaklaştıkça görüntüsü küçülür dağın. Tırmandıkça alçalır zirveler. Hepimiz aynı dağa tırmanmayız. Her insan kendi bireysel zirvesine tırmanma çabasındadır. O yüzden bazıları küçük tepelerde avunurken bazılarının tırmanışı bir ömür sürer. Ne zaman zirveye bayrak dikerse kişi, işte o zaman bir hüzün başlar kalpte. Ayrılığın hüznüdür bu. Artık inişe geçme zamanı gelmiştir. Her zaferin içinde bir yenilgi barındırdığı gibi; 21 Haziranda, henüz yazın en sıcak günleri gelmeden, yenilir yaz kışa… Çünkü gün dönmüştür artık, iniş başlamıştır.
Vuslatın hüznüdür bu. Esas ayrılık kavuşmadadır, çünkü her kavuşma bir ayrılığın başlangıcıdır. Hiçbir ayrılık ve hatta ölüm bile aşkı öldüremezken, aşkı öldürmeye gücü yeten tek şey vardır; o da vuslattır, yani kavuşmak. Evet, belki menzile varılmıştır, ancak yol da bitmiştir, hareket ve devinim de. Durmak ölüm demektir oysa. Her ölüm bir doğum olduğu gibi her doğumda bir ölüm demektir. Tıpkı doğar doğmaz başlayan ölüm gibi. Doğum hüznü denen bir durum vardır, annelerin sıkça yaşadığı. Her doğum ağlamayla gelir, acıyla…
O zaman hemen git radyoyu aç, bir şarkı tut ya da bir kitap oku mutlaka, iyi geliyor… Ya da balkona çık bağır, bağırabildiğin kadar! Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor!
İçerde takılıp kalan her şey zehre döner. Duygular da akışkandır ve duyguların aktığı damar tıkanırsa, ifadeye yol bulmazsa eğer, patlatır ruhun damarlarını. Tansiyonu yükseltir. Ruh penceresini açan, içimize ferah meltemler dolduran ve tıkanmış kanalları açan bir şarkıdır bazen. Bu dünyanın ölümlülüğüne iyi gelir bazen bir şarkı gibi ağlamak. Öyle ya her şarkı bir ağıttır ölüme yakılan. Ölüm bedenin, ayrılık ise ruhun ateşidir. Ateş tene ne yaparsa ayrılık da ruha aynısını yapar, yakar. Şarkılardan fal tutanın bahtına ayrılıktan ve hüzünden başka ne düşer ki? Ancak şarkılardan başkada bu ayrılık ve ölüm âlemine ağıt yakan başka ne var. O ağıt ki ruhun ağusunu arındırır. Yani demem o ki şarkılar yürek yıkar.
Kitaplar, romanlar, hikâyeler, filmler ve müzikler insan yanımızın yani ruhumuzun gerçek gıdaları… Hakiki sanatçının bizimle konuşma yollarından yalnızca bir kaçı… Ancak bunlardan biri var ki sadece insana değil hayvan yanımıza da tesir eder. O yüzden hekimler dimağ/zihnin bir hastalığı olan psikiyatrik hastalıklarda onu kullanırlar. Evet, müzik sadece insani ruha değil, hayvani ruha yani nefse de tesir eder. Hatta diğer hayvanlar ve bitkiler bile müzikten etkilenir.
Ama fazla da üzülme, hayat bitiyor bir gün, ayrılıktan kaçılmıyor. Hem çok zor, hem de çok kısa bir macera ömür. Ömür imtihanla geçiyor!
Acılarımızı sonsuzlaştıran ve cehennemi bu dünyaya indiren şey bizim sonsuzluk arzumuz. Bu dünyayı farkında olmadan sonsuz algılıyor ve bilinçdışı olarak ölümü yadsıyoruz. Ölüm nedense hep başkaları için var, sanki bizim asla yaşamayacağımız bir şey. İnsanın en büyük arzusu sonsuzluk iken en büyük gerçeğinin ölüm olması nasıl derin bir açmazdır. Unuturuz ölümü, en büyük gerçeğimizi kendimizden saklamak için. Belki de bu nedenle insan kelimesi ‘nisyan’dan gelir yani ‘unutmak’tan. O hep kaçtığımız ölüme, yüzümüzü dönüp cesurca ona baksak belki korkumuz dağılacak.
Bir şiirden, bir sözden, bir melodiden, bir filmden geçirip güzelleştirmeden can dayanmıyor. Yıldızların o ışıklı fırçası azıcık değmeden, bu şahane hüzün tablosu tamamlanmıyor.
Canın dayanmadığı nedir? Nedir bizi böyle inim inim inleten? Nedir ruhumuzu yakan? Ayrılık değil midir? Ah bu ayrılık, ölümdür ölüm. İlk ölümünü ne de çabuk yaşar insan, sütten kesildiğinde. Sonra büyür aynaya bakar bakmaz yaralanır kalbi. Ancak sonsuza dek kavuşamayacağını anlayınca tadar ilk aşkı. İmkânsız olmayan, kavuşulabilecek olana aşk denir mi? Bu dünyada yaşadıkça, bu can bu tende durdukça kavuşulamayacak şeye denir aşk diye. İşte bu nedenle filmler şarkılar şiirler bir türlü çözemezler aşkla olan bağlarını. Hüznün ve aşkın ete kemiğe bürünmüş hali olan insan, insanlaştıkça hüzünlenir. En yüce gönüller bir hüzün yumağıdır, çünkü en çok onlar âşıktır ve en fazla onlar yaşar ölümü. İşte bu nedenle ancak ağlayan nağmelerde teselli bulur dimağımız. Ölüme, aşka ve hüznüne korkmadan baktığında görecektir, her şeyin bir sahibi var.
Ben bu yüzden hiç kimseden gidemem, gitmem. Unutamam acı tatlı, ne varsa hazinemdir. Acının insana kattığı değeri bilirim küsemem. Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir!
Bilinci olan acı çeker. Ölüler acı çekmezler elbet. Bir aşk acısının ilacının yeni bir aşkta olduğunu sanır herkes. Oysa bir aşk acısının ilacı yeni bir aşk acısıdır. Öyle ya çiviyi ancak kendi cinsinden olan başka çivi sökebilir. Mahsuni Şerif’in türküsünde söylediği gibi insan “Bazı acılardan alır ilacını”. Bazı zehirler eğer öldürmezse şifa verir. Arının iğnesinde zehri olmasa balı da olmazdı kim bilir?
Hemen gidip radyoyu açtım bir şarkı tuttum bu sefer bahtıma çıkan yine bir Sezen Aksu şarkısıydı. Şarkıların şifa verdiğinden bahsediyordu:
Hala haber bekliyorum senden, yazık bir şey gelmiyor elden
Şükür çocuklarımız büyüdü, elleri ekmek tutar oldu, bu yalnızlık aldı yürüdü
Git gide sen oldu büyürken
İyi şeyler olmadı değil
Aynı deryaya doğru bu seyir
Okçunun önün de saygıyla eğil
Bir selam ver gittiğin yerden
Bu şarkılar şifa duaları
Bu şarkılar yıkar duvarları
Bu şarkılar dostluk sevdaları