New York’ta yaşayan Peter Lucian adlı ev akortçusu yaptığı işi, “evlerin sonik detaylarının tetiklediği depresyon, anksiyete ve yorgunluğa çözümler sunmak” olarak tanımlar. Ona göre “sessizlik sesle dolu”dur. Bazen bir mikser veya ekmek kızartıcısı bazen de radyatör sesi bir başka sesle birleştiğinde kişide anksiyeteye, depresyona, uykusuzluk veya yorgunluğa neden olabilmektedir. Müşterileri Peter’ın bulduğu çözümlerden sonra daha iyi uyuduklarını, kişilerarası ilişkilerinin düzeldiğini, psikolojilerinin iyileştiğini dile getirir ve ona minnet duyarlar. Peter da onlarında hayatlarında pozitif etkisinin olduğunu düşünür. İçe dönük, seçici, titiz, çalışkan, işini seven, iyi gözlemci, seslere karşı aşırı duyarlı, prensipli ve idealist kişiliğe sahiptir. Sanallık ona göre değildir. Yaptığı işten emin olmak için dokunması, hissetmesi, yaşaması gerekiyordur. Soğuk savaş döneminden kalma sığınaktan dönüştürülen evinde işiyle alakalı çokça materyal ve kaynak bulunmaktadır. Müzik teorisi eğitimi alan Peter’ın müzik bilgisi ve kulağı iyidir. Mesleğine duyduğu aşk ve heyecanı onu hayata bağlar.
Prensip olarak müşterilerinin evlerine girmeden önce bir yerde oturur ve sorular sorar. Kişilik özelliklerini, evlerini nasıl tanımladıklarını, yakın zamanda dairelerinde herhangi bir değişiklik yapıp yapmadıklarını bilmek ister. Çünkü evlerindeyken evleri hakkında konuştuklarında sorunu daha dolaylı anlattıklarını fark eder. Örneğin, orada yaşanan bir ilişki sorunundan bahsetmek zor gelebilmektedir. Dediği gibi de olur. Ellen isimli kadın müşterisi ayrıldığı erkek arkadaşından hiç söz etmez. Şehir merkezinde bir yardım derneğinde çalışan Ellen’dan sabahları yorgun ve rahatsız kalktığını, motivasyonsuz ve verimli çalışamadığını, işine yürüyerek gittiğini hatta geçtiği yolları öğrenir. Depresif ve dikkatinin dağınık olduğunu gözlemlediği Ellen’ın evinde yaptığı detaylı bir incelemeden sonra kendine özgü yorumunu yapar: “Ekmek kızartıcınız mi bemol sesi çıkartıyor, buzdolabınız temiz bir sol. Temel nota tüm dairede hafif ama ikna edici bir do ya da belki de doğudan gelen rüzgardır. Dikkat çekecek kadar istikrarlı (yanındaki mızıkayla aynı nota sesini verir). Ekmek kızartıcının çıkardığı minör üçlü mahallenin sesiyle birleşince sizde depresyona sebep oluyor” der. Ekmek kızartma makinesini değiştirmesini önerir. Akustiğin dairedeki özel bir tetikleyiciye işaret ettiğini ancak dikkat dağıtıcı şeyler yüzünden sorunu bulmakta zorlandığını karmaşık gördüğünü dile getirir. Gittiği dairelerde malzemeleri tek tek yazar, çizer, frekans ölçeğiyle sesleri ölçüp not eder. Her görüşmede muhakkak ses kaydı alır. Diyalogları daha sonra dinleyip analiz eder. Aynı zamanda saha testleri yapar, bunun için daima akort çatalı takımıyla dolaşır. Kentsel ses modellerinden “makroskop konsepti” diye nitelendirdiği “şehir haritalandırması” konulu araştırmasından oldukça umutludur.
“Finans semti, re minör – kendinden emin, dikkatsiz.
Büyük merkez istasyonu, si minör – nazik, sabırlı.
Central Park, sol majör – nostaljinin sesi sakin, huzurlu, lirik.”
“Daha büyük şeyleri görebilmenin yolu bu. Baskın harmoniler belirlendikten sonra burada çevriliyorlar. Bu sayede müşterinin evine gitmeden önce sorunun çözümünü genellikle biliyorum. Bulduğum evrensel bir yasa ve bilim dünyasının bilmesi gerek” dediği çalışması için büyük holdinglerden gelen iş tekliflerini dahi reddeder. İşin ticaretiyle değil keşfiyle alakalıdır.
Ellen ev akortçusunu tuhaf ama çok kibar ve profesyonel bulur. Zaman geçer ancak uyku problemleri hala düzelmez. Bir gece yarısı Peter’ın telesekreterine not bırakır: “Deliyim ya da yalnızım diye seni aradığımı düşünmeni istemem, gönderdiğin ekmek kızartıcısını aldım, yapabileceğim başka bir şey var mı diye merak ettim. Tedavi ne zaman işe yaramaya başlar? Ya da ne zaman değişim görürüm?”
Peter sorunun çözülmemesine şaşırır. Kayıtları yeniden dinler, evine bir kez daha gider ve laf arasında uzun zaman önce erkek arkadaşının evden ayrıldığını öğrenir. Ellen’a duygularının hala aynı olup olmadığını sorar. Ellen, eski erkek arkadaşının çok organize, bilmiş, baskın, detaycı ve sorumluluk sahibi kişilikte olmasından dem vurur. Ondaki bu kişilik özelliklerinin kendisinde atalete, tekdüzeliğe sebep olduğunu, merak ve heyecanını kaybettirdiğine bağlar.
İnsan davranışı hakkında ‘sesin insanların birbirleriyle bağlanması üzerindeki etkisi’ konulu bir makale yayınladığından bahseder. Belki yardımı olur diye henüz üstünde çalıştığı bir cihaz hediye eder.
En son bir araya gelişlerinde şöyle bir diyalog geçer aralarında ve Peter elbette bunları da kaydeder:
-Gerçek elektriksel sessizliğe ulaşmanın yolu akımı topraklamak. Daha derinde görünmez ama güçlü bir sistem var. Sesler… Şehrin her yanında farklı. Bazı yerde coşkulu ve hızlı… Şehrin her bir kısmının kendi eğitici atmosferi var. Aklın kolektif durumundan sesi çıkartmak imkansız, bu bizleri etkiliyor. İnsanları şehirde yönlendiren sesler ama farkında değiller. Sesin etkisinin ve insan hayatındaki gücünün bilincinde bile olmayabilirler.
-Ben dünyayı öyle görmüyorum, bu çok katı. Orada coşkulu hissetmek zorunda değilim, buna karşı bir tavır sergileyip huzurlu olabilirim, kendimi korumayı seçebilirim. Hayatım bir şey tarafından yazılmış gibi hissetmiyorum. Seçimler yapıyormuşum gibi geliyor.
-Bu bir şey görmeyle ilgili değil. Zaten var olanı kabul ile alakalı. Yer çekimi ve ışık gibi evrensel bir yasa. Bu kurallar bizim dünyamızı tanımlıyor. İnsanlar neden yaptıklarını yapıyor, hissettiklerini hissediyor? Bir sebebi var.
-Çünkü onlar istiyor, seçiyor. Niçin bizi kontrol eden sürekli bir şey olmak zorunda?
-Ama davranışlarını belirleyen ve görmedikleri kurallar var. Burada bir düzen var. Eski bir şehirde yaşadığımız için de karışık. Modeller karmaşık ama tekrar tekrar yazılmış ve yıllardır orada duruyor. Senin dairen do minor, sıradan bir anahtar. Teslimiyetin sesi. Bu teslimiyet de sende huzursuzluk yapıyor, tercihlerini yönlendiren görünmez güçler…
-Peki sen bunlardan etkilenmeyen tek kişi misin?
-Muaf değilim, kimse değil.
-O zaman nasıl kendine güveniyorsun?
-Çünkü duyabiliyorum.
-Duyabiliyorsun!..
O günlerde Samuel adındaki genç bir asistana projesini kaptıran Peter, Samuel’in hazırlattığı reklam panosunu gördüğünde yıkılır: “Dünyanızı akort ediyoruz. Bir harmoni içinde yaşayın ve çalışın. New York bir sesler senfonisi. Kentsel denge. Şehrin müzik anahtarını belirledik. Sonik deneyiminizi dengelemek için tasarlanmış bir servis…”
Böyle bir kaybın yasını dahi tutmadan hep yaptığı gibi kendini işine verir. Yaşadığı acıyı yine bir başkasının sorununu çözmekle telafi etmeye çalışır. Ellen ile ilgili ses kayıtlarını tekrar tekrar dinler. Onun söylemekten kaçındığı bir şeyler olduğunu düşünür. Bazı ipuçları yakalar. (İşe yürüyerek gidip gitmediğini sorduğunda Ellen dalgınlıkla, “yardım ettiğimiz insanlar hayatlarına yeniden başlıyorlar, onları izliyorum, bu güzel bir şey” diye cevaplamıştır…)
Peter’ın hediyesi (makroskop konseptine bulduğu mikro çözüm cihazı) işe yarar. Ellen’da pozitif değişim başlar. Kendinde ve evinde yenilikler yapar. Peter’ın telesekreterine yeni bir mesaj bırakır. “Burası hakkında haklıydın, bir şeyi değiştirmem gerekiyordu, bazı eski şeylerden kurtulmam ve kendimi geçmişle sarmalamayı bırakmam gerekti. Rahat olmaya karar verdim. Bunu sen de yapabilirsin eğer istersen. Sorunlarını çözmede insanlara yardım etmek senin işin ama etrafındaki dünyaya bakışın… Bence kendini dünyaya bağlamayı kaçırıyorsun.”
Peter ise Ellen’ın aksine dağılmıştır, sesleri duyamaz, ayrıştıramaz olur. Bir gün yorulmuş, usanmış, bitmiş halde alet çantasını sokak ortasında tutup fırlatır ve soluğu Ellen’ın yanında alır.
Seslerin insanların birbiriyle bağlanmasındaki etkisini araştıran Peter belki de aradığını bulmuştur ve sesler onları hem birbirlerine hem de hayata bağlayan sırlı bir yasa olmuştur.
***
“Sessizliğin sesi” filmi, biz her ne kadar bilincinde olmasak bile ‘ses’in insan psikolojisi (duygu, düşünce, davranış) üzerinde önemli etkileri olduğunu vurgular. Üstelik bunu alışageldiğimiz şekilde insan, hayvan, rüzgar, yağmur, su sesiyle ya da müzikle sınırlandırmaz.
Seslerin birbirleriyle uyumunu ve ahengini, bir de bütünün içerisindeki konumuna göre kazandığı değeri ve işlevselliğini araştırmaya merak duyan Peter, insanların karşılaşmalarında ve yaptıkları tercihlerde seslerin anlamı olduğuna inanır. Ses kaynaklı herhangi bir uyumsuzluğun çıkardığı arızanın, insanın doğal ritmini ve psikolojik dengesini bozan, buna bağlı olarak yaşam kalitesini düşüren olumsuz etkileriyle ilgilenir.
Film, akustiğin yanı sıra renk ve kokunun da önemine yer verir. Bu prensipleri dikkate aldığında insanın daha verimli ve dengede kalacağına dair fikir sunar. Savaş döneminden kalma “sığınak”tan dönüştürülen bir evde yaşamayı tercih eden Peter, ortamın atmosferinden negatif etki almaktadır. Sonunda çareyi oradan uzaklaşmakta bulurken, Ellen geçmiş ilişkisinin ardından kendinde ve evinde yapması gereken yeniliği fark eder. Her ikisinde de bilinçlenme, problemin-semptomların (sembolik habercilerin) varlığından sonra gerçekleşir. Bu açıdan bedensel ve ruhsal şikayetlerimizi ciddiye almakta, yok saymadan/ertelemeden iyileştirmekte yarar var. Filmde geçtiği gibi kişi (soruna neden olan yerde-evindeyken) sorunun kaynağını göremeyebilir ve dolaylı anlatabilir bu da çözüme varmayı geciktirir.
Ellen’a bu, kaderci bir bakış ve gerçeklikten kaçış gibi gelse de Peter’ın çözümlerine ihtiyaç duyar ve birbirlerine faydalari dokunur. “Frekanslarımız uyuştu” yahut “elektriğimiz tuttu” sözleri bana bu nedenle manidar gelir. İnsanların bir araya gelmelerindeki ilham verici/dinamik, sesler/titreşimler olabilir.
Kendisinden yaşça büyük ve tecrübeli bir akademisyen arkadaşının yaptığı hatırlatma Peter’ın içinde bulunduğu psikolojik durumu anlayabilmek için dikkate değer: “İnsan her zaman aradığını görür, aradığı gerçek olduğundan değil, aradığının gerçek olduğuna inanmak istediği için.” Ellen’ın verdiği öğüt de bu cümleleri tamamlar mahiyette: “Bence kendini dünyaya bağlamayı kaçırıyorsun.”
Peter her zaman sorun bulmaya, teşhis koymaya odaklı ve problem çözmekte mahirken, bunların var olmadığı alanları görme ve kabulde, keyfini çıkarmak ve hayattan zevk almakta iyi sayılmaz. Kendi açmazlarını keşfetmek ve çözümlemek konusunda güçlü-ısrarcı değildir.
İnsan ihtiyaç duyduğuna inanır ve onu arar/araştırırken paylaşmak, duyurmak, ispatlamak için çırpındığı amaçlara/kişisel bir hikayeye sahip olur.
Günlük hayatta sıkça kullandığım “içinden geliyor” ifadesini çok severim. Kişinin yönelimlerindeki arzusuna, ısrarına ve çabasına bazen kendisi de çevresi de bir anlam veremez. Kişi de, nedenini ve niyetini genellikle yola çıktıktan sonra bazen de istediğini elde ettikten sonra daha iyi anlar ve öğrenir.
Hayattaki rollerimiz kişiliğimizden, kişiliğimiz de bireysel ve kolektif bilinçdışından etkilenir, beslenir. Çocuk yaştan itibaren hayaller kurar, planlar yaparız. Umutlarımızın ve ideallerimizin peşinden gideriz. Bizi aradığımız şeye yönlendiren ve er ya da geç ona götüren şey, geçmiş hikayelerimiz birlikte, potansiyel kaynaklarımızdır. İnançlarımız ve değerlerimiz ise yolculuğu, yol güzergahını ve yol arkadaşlarını belirleyen etkenlerdir.